İKLİL
  Örtü Özelinde Çarşaf
 

 

İnsanın yüzü ve onuru
HİNT alt kıtasında, İran’da, Afganistan’da ve Arap dünyasında oldukça yaygın, Türkiye’de ise marjinal Muhafazakar bazı dindarların tercih ettiği peçe ve çarşaf, Deniz Baykal’ın son politik açılımı ile gündeme geldi. Politik kaygılarla kıymete binen peçe ve çarşafı, teolojik kaygı ile eleştirinin konusu yapmak, sanırım bunları tercih edenlere karşı haksızlık olmaz. Bazı din kitaplarına bakarsanız veya özellikle Arap ve Pakistanlı kimi din adamlarına sorarsanız, peçe (Türkiye’deki haliyle ‘yaşmak’) ve çarşaf (genellikle siyah tek parça kadın giysisi) veya Afganistan’daki haliyle ‘burka’, Müslüman kadının iffet ve namusunu erkeklere karşı korumanın en tam ve doğru aracıdır. Etnolojik ve antropolojik olarak, siyah tek parça kadın giysisi olarak çarşaf ve köken itibariyle çölde insanların kum esintisinden korunmak için yüzün örtülmesinden kaynaklanan peçe, İslam’ın doğduğu coğrafyaya, asra, hatta daha da gerilere (Hititlere, Mısırlılara) götürülebilir. Bugün de bu tarz giyim, aynı işleviyle bazı yerlerde devam etmektedir.

Ancak yerel, geleneksel, kültürel bir olguyu kalkıp da İslam’ın kadına uygun gördüğü örtünme biçimi, hatta kadının iffetini-namusunu korumasının dini bir tarzı olarak görmek, biraz cahilliğin biraz da estetik duygusunun gelişmemesinin bir göstergesidir.

Olaya siyasal açıdan ‘zorla’ müdahale yapılamaz. Mustafa Kemal dahi kıyafet devrimine rağmen, kadınların kıyafetine dokunmamıştır. Aslında kıyafet ‘devrimi’ aklın, mantığın alabileceği bir şey değildir. Kültürel olarak topluma yeni pencereler açılabilir; ancak, kültür devrimi, aşağılık psikolojisinden kaynaklanan bir yanılsamadır. Değişim kendiliğinden, parçalı, iradi ve gönüllü olur.

Dolaysıyla, CHP’nin şimdiye kadar olan zihniyeti ile (zorla şapka giydirme, zorla baş açtırma), peçe ve çarşaf giydirenlerin zihniyeti arasında totaliterlik açısından bir fark yoktur. Bu bağlamda CHP zihniyetinin, başını örten reşit kız öğrencileri üniversitelere sokmaması, tam bir akıl tutulmasıdır.

Tanrının izi insanın yüzü

Ancak, peçe ve çarşafa teolojik açıdan yaklaştığımızda, olayı salt dinsel bir yorum (içtihat) farkı olarak görüp saygı duyulacak bir mevzu saymak doğru değildir. Olayın ciddi estetik ve ahlaki boyutları vardır. Dinin düşünceden çok inanca, sorgusuz teslimiyete (dogmatizme) dayandığını iddia edenler bunu kabul etmeyeceklerdir. Kanaatime göre, peçe ve çarşaf, kadın onuruna karşı girişilmiş ağır bir hakaretin ve aşağılamanın ifadesidir. Çünkü peçe, kadının yüzünü, çarşaf da onun bedenini toplumsal olarak inkar etmektedir. İkisi birlikte kadını insan olmaktan çıkararak onu organları belli olmayan garip bir ‘mahluk’a dönüştürmektedir. Çarşafla vücut, peçe ile de yüz kaybolmaktadır.

Yüz (vech), hem Arapçada hem de Türkçede -hatta sanırım bütün dillerde- aynıyla bizatihi insanı, onun onurunu, değerini, şerefini simgeler. Örneğin Türkçede ‘yüzsüz’, ‘iki yüzlü’, ‘yüzü yerde’, ‘yüzü kızarmak’, ‘yüzü tutmak’, ‘yüzünü kara çıkarmak’, ‘yüzünün akıyla çıkmak’ gibi bir sürü deyim ve ifade, insanın ‘yüz’ olduğunu ortaya koyar.

Ünlü Fransız Yahudi filozofu Emmanuel Levinas, ‘Tanrının izi insanın yüzünden geçer’ der. Yüz, insanın ötekine karşı ahlaki sorumluluğunu ifade eder. Kadının önemli iki değeri olan iffeti ve namusunu, sözüm ona koruma adına kadının (insanın) en yüce, kutsal, manevi ve değerli yerini salt cinsel bir uzuv olarak görüp onu örtmeye kalkışmanın ne büyük bir cinayet, ilkellik olduğu ortadadır.

Freud’ü sollayan yaklaşım

Peçe ve çarşaf, ayrıca kadına ve erkeğe güvenmeme, onları bilerek veya bilmeyerek bir nevi potansiyel cinsel sapık olarak görme bağlamında da hem kadına, hem de erkeğe bir hakaret içermektedir. Kadına denmek isteniyor ki, sen eğer yüzünü açıp kendine yakıştırdığın şık elbiseler giyersen, bu demektir ki, sen karşı cinsi ‘cinsel’ anlamda arzuluyorsun ve sadece bu nedenle onun dikkatini çekmek istiyorsun. Amiyane deyimle bu, kadına farkında olmadan potansiyel fahişe gözüyle bakmaktır. Erkeğe yönelmiş hakarete gelince, onlara da, siz kadının yüzüne bakar veya onu şık elbiseler içinde görürseniz, sizin niyetiniz bozulur ve hemen onu cinsel olarak arzularsınız denmektedir. Bu bakış açısı, farkında olmadan erkekleri cinsel sapık olarak görmektedir. Aynı şekilde bu söylem, Freud’ün teorisini de sollayarak, kadın ile erkeği birer insan olarak görme yerine, onları ‘ateş ile barut’ olarak nitelemektedir. Oysa kanaatimce, İslam’ın kadından örtmesini istediği yerler, erkeklerde cinsel cazibe uyandıran göğüs ve bacaklarıdır. Yani bölge olarak, boyun-bilek ve diz altıdır. Bu talebi, bir özgürlük kısıtlaması olarak görmek yanlıştır. Amaç, toplumsal ve bireysel ilişkilerde kadını, ‘dişi’liği aşırı vurgulanmış bir varlık olarak değil; onu ‘kişi’liği ile muhatap almaktır. Örtünme, neslin devamı ve evlenme-aile bağlamında anlam kazanan bir öneridir. Konuya estetik açıdan bakacak olursak, erkeğin saçı ve sakalı Aslan’ın yelesine, kadının saçı da tavus kuşunun kuyruğuna, taraklı kuşun tarağına benzer. Yani her ikisi de estetik unsurlarıdır. Ahsen-i takvim olarak yaratılmanın ifadesidir.

Kadının yüzü ile saçı arasında estetiklik açısından bir fark yoktur. Saçı ve yüzü, yani başı cinsel bir bölge olarak görmek, sapıklıktır. Estetik olan ile erotik olanı birbirine karıştırmaktır. İsteyen saçı ile isteyen de başörtüsü ile şıklığını tamamlayabilir. Başörtüsü, Kur’an’ın indiği dönemde her kadında -hatta erkekte- varolan bir giyim unsurudur. 24/Nur-31’deki ‘Başörtülerini göğüslerine örtsünler’ ifadesinin gerçek amacının -Allah doğrusunu bilir- göğüs dekoltesini örtmek olduğu kanaatindeyim; yoksa hem saç hem de göğüs değil. Bu nedenle saçların da o gün için ‘görünen kısımlar’ kapsamında değil, fakat hükmünde olduğu kanaatindeyim. Çünkü o günkü örf ve adet, hatta iklimsel zorunluluk dolayısıyla başlar örtülüydü. Ayrıca Tanrı’nın ‘görünen yerler müstesna’ şeklindeki atfı, O’nun makul örfe olan itibarını ve güvenini gösterir. Özetle, iffet İslami bir erdemdir.

Örtünme (tesettür), bu erdemi pratize eden İslami bir hükümdür. Başın (saçların) örtünmesi, Müslüman alimlerin üzerinde icma ettikleri bir yorumdur. Bu yoruma ya saygı duyulur ve uyulur veya delil ile reddedilir. İffet kaygısıyla (niyet) başlarını örtenler sevap kazanır. Başlarını örtmeyenler günah kazanmaz. Cinsel saiklerle açılıp saçılanlar, günahkar olur.

Modern Avrupa kökenli çıplaklık kültürünü hariç tutarsak, insanlık hiçbir zaman makul sınırları aşmadı. Erkeğin, sakal bırakarak sevap beklemesi saflık veya kurnazlık; kadının saçını da cinsel bir unsur olarak görmesi sapıklıktır.

Peçe ve çarşaf, kadını önce yoğun veya salt ‘cinsel’ bir varlık olarak tasarlama; sonra da, bütün renklerin ve kumaşların şıklığına ve güzelliğine ‘karşıt’ olarak tek ‘siyah’ renkle onu mahkum etme ve frenleme girişimidir.

Bu yaklaşım, Freud’u teoride yadsımasına rağmen, pratikte onun her türlü insan edimini libido ve cinsellik ile açıklama girişimini onaylamaktadır. Böylece insanların karakterleri, akılları ve iradeleriyle insan oldukları; esas olanın, bunları eğitmek olduğu göz ardı edilir. Kuran’ın deyimi ile ‘esas olanın takva örtüsü olduğu’ (7/Araf-26) unutulur.

Çıplaklık kültürü

Genç kadın vücudunun ‘cinsel’, yüzünün de ‘güzel’ olabileceği ve bu nitelikleriyle de erkek için tabiî olarak ‘çekici’ olduğu doğrudur. Kur’an bu tabiîliğe şöyle atıf yapar: ‘.......ve kadınlara karşı cinsellik arzusu erkeklere hoşlandırıldı.’ (3/Al-i İmran 14) Ancak, kadının vücudunun ‘cazip’ yerlerini teşhir ederek erkekleri ‘tahrik’ etmesi doğru olmadığı gibi; namusunu ve iffetini onun vücudunu inkar ederek koruma yolu da doğru değildir. Bunlar ifrat ve tefrittir. Normal ve doğru olan orta yoldur. Ortaçağların sonuna kadar bütün dünyada (dinlerde ve kültürlerde) kadın tepeden tırnağa örtülü idi. Şu andaki dünya ortalaması boyun-bilek ve diz altıdır. Çarşaf ve peçe, cinselliğin ‘aşırı’ ve ‘belirgin’ bir şekilde geri çekilmesidir. Zihinlerde durduk yerde cinselliğin hatırlatılmasıdır.

Kaldı ki, peçe ve çarşafın bazı insanlarda tersinden zihinsel bir fantezi olarak ‘erotizm’ doğurabileceği de söylenebilir. Normal hali dikkatimizi çekmeyen bir nesne, paketlendiğinde insandaki ‘merak’ duygusunu uyandırmaz mı? Peçenin tek faydası varsa o da, ‘çirkin’ kadınları onların lehine kamu nezdinde güzellerle eşitlemektedir.

Yüzünde meymenet olmak

Kadın yüzü güzelliğin, estetiğin konusudur; cinselliğin ve erotizmin değil. Arzu, irade ve akıl ‘gözler’ aracılığı ile yüzü cinselliğin, erotizmin konusu yapabilir. Ancak bunu önlemenin yolu, yüzü kapatmak değildir. Arzuyu, iradeyi, aklı eğitmektir. İslam bunu yapmaya çalışır. ‘Kadınlara ve erkeklere söyle, gözlerini korusunlar.’ (24/Nur, 30-31) emri bunun içindir. Tanrı ‘yüzlerini’ korusunlar demiyor. Çünkü yüz, insan varoluşunun sonsuz anlam zenginliğinin kaynağıdır. İnsanın (kadının) utancını, arını, mahcubiyetini, gururunu, onurunu, sevincini, üzüntüsünü, öfkesini, kaygısını, umutsuzluğunu.... toplumsal mekánda ifade aracıdır. Peçe, kadının suratsızlaştırılmasıdır.

Çarşaf ise onu organlarıyla insan olmaktan çıkarmaktır. Bütün insanlığın hafızasında kadın-erkek olarak ‘insan’, yüzü dahil organlarıyla ve elbiseleriyle insandır. Yüz kaybolduktan sonra, ismin ve birden fazla olmanın, ben/kimlik olmanın bir anlamı kalır mı? Peçe ve çarşaf, kadının toplum içinde sürüleştirilmesidir. Peçe ve çarşaf, kadının cinsel tacizlerden korunmasının bir yolu değil, bir tür ‘gizlenme’ olarak dürüstlüğe terstir. Çünkü çoğu kez insanlar yüze güvenir, ona inanır.

Meymenet (bahtiyarlık, mutluluk), insanın yüzündedir veya yoktur. Bedevi, Hz Muhammed’in yüzünü gördüğünde: ‘Bu adam yalan söylüyor olamaz’ deyip hemen iman etmiştir. Yüzü görünmeyen kadın nasıl utanacak, arlanacak ve bunların belirtisi olarak ‘yüzü kızaracaktır’? Yüz kapatılınca bütün dillerdeki edebiyatın hatırı sayılır bir bölümü yok sayılmayacak mı?

İslami kıyafet nedir?

Antropolojik, etnik kökenini dışarıda tutarsak, peçe ve çarşafı dinsel olarak kadın iffet ve namusunun korunmasının sözümona ‘muttaki’ yolu olarak ‘içtihat’ edenler erkeklerdir. Bu yorum, aslında hastalıklı bir halet-i ruhiyenin ‘namus ve iffet’ olarak kendini kadınlara yutturmasıdır. Geleneğin, tarihin ve erkeğin egemenliğinde olan ‘zavallı’ kadınların bunu görememesi normaldir. Köleliğin köleler tarafından ‘normal’ olarak algılandığını tarihten biliyoruz.

Psikanaliz, bize insanın ahlaki ve estetik olmayan onlarca ‘haz’ından bahseder. Bu bir ‘sahte bilinç’tir.

İslam tabii bir dindir. Tabii bir din, insan tabiatına, fıtratına ve fiziki tabiata ters bir şey söylemez. Tabiatı ne olduğundan fazla tabii kılmaya çalışır, ne de onu eksiltmeye çalışır. Onun kurallarına uygun olarak çalışır. İslám’ın gayesi, insan tabiatını ahlaken geliştirmek, toplum tabiatını da düzenlemektir. Güzel giyinme insanlığın ortak arzusudur. Cinsel tahrik amaçlı aşırı dekolte ve peçe-çarşafla örtünme, ekstrem davranışlardır. İslam’ın önerdiği ‘tesettür’, insanlığın normal giyinmesine karşı bir husus değildir. Kadını onuruyla toplumda aktif tutma girişimidir. Cinsellik vurgulu aşırı açıklık ise kadını cinsel bir meta durumuna düşürür.

Polis kıyafeti, hemşire kıyafeti, asker kıyafeti gibi ‘İslami kıyafet’ diye bir şey olamaz. İslam, insanlığın tecrübeyle biriktirdiği normal kıyafeti benimser. Evrensel bir din bütün kültürlerin yarattığı estetik zenginliğe, ‘şıklığa’ karşı çıkmaz.

Ancak emperyalist veya dogmatik-totaliter bir ideoloji bütün kültürleri ve insanları bir kalıbın içine sokmaya çalışır. Onlara değer vermez, güvenmez, onları aptal yerine koyar. Çünkü ‘sözün bütünü aptala söylenir’.


Prof. Dr.İLHAMİ GÜLER   ( ilhamiguler@hotmail.com )
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
 
EDİTÖR’DEN:
Yukarıda, okumak zorunda kaldığınız talihsiz yazıya aşağıdaki yazı ile zamanında cevap verilmiştir. Aslında daha çok şey söylenebilirdi. Ama çok söze gerek yok, İlhami’nin makalesini bitirirken belirttiği gibi: “SÖZÜN BÜTÜNÜ APTALA SÖYLENİR”.
 
 
 
Ya çarşafın ‘onursuzluğu’ ya tavus kuşunun kuyruğu!  

PEŞİNEN ifade edeyim ki, bu yazı bir peçe ya da çarşaf savunusu değildir. Keza İslam’ın bir kıyafet biçimi önerdiğini, bu biçimin de şu veya bu olduğunu kanıtlamayı hedeflememektedir. Salt bir başörtüsü polemiğine de girmeyecektir. Amacım, ‘İnsanın Yüzü ve Onuru’ dolayımında değerli dost İlhami Güler’in 29 Aralık 2008 tarihli Açık Görüş sayfalarında ortaya koyduğu ve içinde kimi aşağılamalar, çelişkiler ve yanlışlıklar bulunan görüşlerini müzakere etmektir.

Çarşaf ve peçenin ‘cahillik, ilkellik, estetik yoksunluğu’ ve hatta ‘sapıklık’ gibi arka planlara sahip olduğunu, onun ‘kadını organlarıyla insan olmaktan çıkardığını’, ‘toplum içinde sürüleştirdiğini’, ‘kadının saçının tavus kuşunun kuyruğu gibi estetik bir unsur olduğunu’, ‘peçenin tek faydasının çirkin kadınları kamu nezdinde güzellerle eşitlemek olduğunu’, İslam’ın kadınlardan başlarını örtmelerini istemeyip sadece göğüs dekoltesini hedef aldığını, onun ‘bütün kültürlerin yarattığı estetik zenginliğe karşı çıkmayacağını’ vurgulayan yazı, sadece bu ifade dizgesiyle bile fazlasıyla pejoratif, duygusal, mütehakkim, indirgemeci ve önyargılı bir kimliğe sahip olduğunu ortaya koymaktadır.

Çarşaf, Güler’e göre, aslında ‘namus ve iffet olarak kendisini kadınlara yutturan hastalıklı bir erkek hálet-i ruhiyesinin’ eseri olan dînî ictihada dayanmaktadır ve bunu bir kıyafet biçimi olarak tercih eden ‘zavallı kadınlar’, tıpkı kölelerin köleliği normal algılaması gibi, bu durumu fark edememektedirler.

Bu satırların kadınlara yönelik aşağılayıcı üslubuna ‘zavallı kadınlar’ ne der, bilemem; ama dinin referans çerçevesi içinde bir konuyu hükme bağlamak demek olan içtihadın, hastalıklı halet-i ruhiyeye sahip erkeklerce icra edildiği ve kadın tesettürü özelinde bu içtihatların cahillik ve estetik duygusunun gelişmemesinin bir sonucu olarak ‘ne büyük cinayet ve ilkelliklere’ sebep olduğu yönündeki aşağılamalar, hayli üzüntü vericidir. Yukarıda tanımı yapılan içtihadın, bilimsel, teknik ve şahsî ne tür yeterlik ölçütleri gerektirdiğini Sayın Güler bilmiyor değildir. Dolayısıyla tarih ve Müslüman toplumların ehliyet ve liyakat onayını almış müçtehitlerin nasıl bir duyarlık ve gayretle çalışmış olduklarını en az benim kadar gözlemliyordur.

Ya peygamberin yorumu

Hal böyleyken, önlerinde bulunan delilleri, Peygamber günlerindeki uygulama örneklerini ve tabiatıyla telakkileri hesaba katan yorumları dolayısıyla onları cahillik ve hastalıklı ruha sahip olmakla suçlamak, kendisinin sıklıkla üzerinde durduğu insaf ve ahlak ile nasıl bağdaşacaktır? Modern zamanların şekillendirdiği (ki hepimiz ibnü’l-yevm yani zamanımızın çocuğuyuz) bir zihniyetle premodern yaklaşımları mahkûm etmek, tarih yanılgısının girdabına dalıp onlardan bugünün egemen zihniyetine onay beklemek ne kadar ádildir? Egemen zihniyet acaba ne ölçüde doğru ve haklıdır; yoksa biz de o ‘zavallı kadınlar’ gibi dolmuşa bindiriliyor olmayalım?

Güler’in estetik kaygısı da bencil/indirgemeci bir içerik taşıyor: ‘Benim estetik anlayışıma uymuyorsa estetik değildir’; ya da ‘estetik sayılmada ana ölçü, moderniteden onay almaktır’. Peki, bu yetkiyi nereden aldınız? Estetiğin genel geçer bir standardı ya da şablonu mu var? Bir eser ya da nesneye güzel-çirkin diye değer biçerken, bizi etkileyen ölçütler bilinçli mi yoksa bilinç dışı ölçütler midir? Esasen duyular ve algılar bilimi olan estetik, öznenin duygusundan ve algısından bütünüyle bağımsız değildir. Güzel, çirkin, hoş, yüce, trajik gibi estetik yargılar, nesnenin muhatabı olan bireyin referans dizgesi, kültürü ve tecrübeleri ile de sádır olur. Estetiği bağımsız bir disiplin olarak kuran A.G. Baumgarten’dan I. Kant ve G.W.F. Hegel’e büyük estetikçiler de aynı sorulara cevap aramışlardı.

Asıl derdi çarşaf ve peçe olmakla birlikte bunlara zemin hazırlayan başörtüsü, daha doğru deyimle başı örtmek eylemi de Sayın Güler’in ilgisini çekmiştir. Başın (saçların) örtülmesi konusunda Müslüman bilginlerin icma ettiklerini yani görüş birliği içinde olduklarını itiraf eden Güler, bu yorum karşısında iki tavır sergilenebileceğini söylemektedir: Ya saygı duyulup gereğince davranılacaktır ya da delil ile reddedilecektir. Kendisi Kur’án’ın 24. Nur Suresi’nin 31. ayeti bağlamındaki kişisel yorumuyla ikinci tavrı benimsemekle birlikte bunu temellendirememektedir. Çöl hayatının kumdan (buna güneşi de ekleyebilirdi) korunmak zaruretine bağlı doğal/spontan seçiminin álimlerce genel hüküm haline getirildiği, oysa İslam’ın başı değil, göğüs dekoltesini örtmeyi amaçladığı savları, reddiyesini ne kadar ispat eder, takdir sizin. Senin benim yorumum değil, bizzat Kur’án’ın ve onu açıklayarak duyuran Peygamber’in şu yaklaşımının neyi ispat ettiğinin takdiri de sizin: Herkesin bildiği gibi, Kur’án’da kadının örtünmesi ve dışarıdaki giysisi konusunda iki ayrı düzenleme bulunmaktadır. Örtünme konusu Nur Suresi 31. ayette, yine bununla irtibatlı olarak dışarıdaki kıyafeti ise 33. Ahzáb Suresi 59. ayette ele alınmakta; her iki hüküm de gereklilik ifade eden emir kipleri ile sunulmaktadır.

Kadınların örtünmelerini ele alan 24. Nur Suresi’nin 31. ayeti, bağlamı da görmek açısından bir önceki 30. ayetle birlikte şunu söylemektedir: ‘Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.’; ‘Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar...’ Görüldüğü üzere ayet emir kipi ile (ve’l-yadrıbne = salsınlar, örtsünler), hanımların başlarını örtmelerini (bi humurihinne = başörtülerini) ve bu başörtüsünü gerdanlarını kapayacak tarzda yakalarının üzerine kadar (alá cüyûbihinne) sarkıtmalarını istemektedir. Böyledir de, fakat bu istem acaba Müslüman kadınlara, kendilerine mahrem olmayan yabancı erkekler yanında başlarını mutlaka örtmelerini gerektiren farz istemi midir, yoksa bir tavsiye niteliğinde midir?

Dilsel tahlil çok önemli

Hiç kimsenin kendiliğinden değiştiremeyeceği dil kuralları (emir, bir şeyin yerine getirilmesini kesin ve bağlayıcı bir biçimde talep etmektir) ve bunu esas alan İslam hukuk metodolojisinin emrin gereği ile ilgili genel kuralı da (karinesiz emir vücûb/farz ifade eder) zaten bu sonucu vermektedir. Kaldı ki, aynı surenin 60. ayetinde çok yaşlı hanımlar için örtünme konusunda bir dereceye kadar ruhsat verilmiş olması da işbu 31. ayetin bağlayıcı bir norm olduğunu göstermektedir.

Ayetin dilsel tahlilinde ele alınacak ikinci husus, örtünmenin mahiyetini ve başlangıç noktasını belirleyen ‘humur’ (tekili hımár) kelimesinin açılımıdır. Acaba ‘humur’ Kur’án meallerinde gösterildiği gibi başı örten bir örtü müdür? Yoksa bu kelimeyle sadece yaka/göğüs bölgesinin kapatılması mı murad edilmiştir? Bu soruların cevabı, kendimize özgü dil izahları veya sübjektif yorumlarla değil, bu sözcüğün dilde hangi anlamlarda kullanıldığını ve akabinde ilk Müslümanların onu nasıl algıladıklarını tespit ile verilebilir.

Arap diline ait ilk klasik sözlüklerden günümüz Arap Dil Kurumu’nun yayımladığı sözlüğe, hatta Batılı Larousse’un Dictionnaire Arabe de Base’ine kadar bütün Arapça sözlükler; aynı şekilde Kur’án’ın tercümanı sıfatını taşıyan sahabî İbn Abbas’tan günümüze değin bütün müfessirler ve Kur’án sözlükleri ‘hımár’ kelimesinin, kadınların başlarını kapatmak için kullandıkları örtü anlamına geldiğini söylemişlerdir. Kaldı ki, bu kelimenin başörtüsü anlamına geldiğini ispat eden onlarca Cáhiliyye/İslam öncesi dönem şiiri vardır. Dil, bizi önceleyen verili bir evren olduğundan; öznel çıkarımlarla dili değiştirmek imkánı bulunmadığından; Kur’án da bu verili dil evreni içinde apaçık bir Arapça ile gönderilmiş olduğundan, ayetteki ‘hımár’ı başka türlü anlamak mümkün değildir.

‘Hımar’ın anlamı ne?

Hal böyleyken acaba ayeti yine de doğru anlamamış olabilir miyiz? Emir kipinin anlamı ve ‘hımár’ açılımında hata etmiş olabilir miyiz? Bu soruyu ciddiye almak Peygamber’in onu nasıl anlayıp açıkladığını ve ilk muhataplarının bu normu nasıl uyguladığını araştırmayı gerektirir. Karşınıza aklen inkar edilemez ölçüde kesin ve başı örtmenin farz olduğu anlamına sahip olan rivayetler çıkacaktır. Bu bilgiler (Güler’in aradığı deliller) doğrultusunda anlaşılıyor ki, başörtüsü, ilk nesilde, boynu da örterek göğüs bölgesi üzerine inen bir örtünme olgusu halini de almış oldu. Başörtüsünün vahiyden olguya bir gerçeklik haline gelmiş olmasının, yani Müslüman kadınların námahremleri yanında baş ve boyunlarını dinlerinin zorunlu bir gereği olarak örtme biçimi/aracı haline gelmiş olmasının en büyük göstergesi, onbeş asırlık İslam tarihi boyunca bunun kökleşmiş bir farz olarak uygulana gelmesidir. Bu şu anlama gelmektedir: Tarihin hangi dönemine giderseniz gidin, hangi coğrafyada gezinirseniz gezinin İslam toplumlarının temel göstergelerinden (şeáir) birisi, kadınların başlarının kapalı olmasıdır.

‘İnsanın yüzü ve onuru’ gerçekten üzerine titrenecek önemde ve özenle korunacak değerdedir...
Prof. Dr. AHMET YAMAN
 Selçuk Üniversitesi Öğretim Üyesi