İKLİL
  dava
 

 

DAVA’NIN ESASLARI
 
 
           GAYEMİZ ALLAH
 
     Ey Müslümanlar!
     İslam Davası’nın baştan sona kadar yegane gayesi; insanların kalplerini temizleyen, ruhlarını yücelten bir bağla; Allah ile insanlar arasında hakiki bir irtibat kurmaktır. İnsanlığa yaratıcısını doğrudan tanıtmaktır.
     Göklerin ve yerin yaratılmasının, Peygamberlerin gönderilmesinin asıl gayesi budur. Salih zatlar da ancak bu gayenin peşindedirler.
     Bütün insanlar ve onların hareketleri ancak Allah’ı bilmekle düzelecektir. Günümüzde bütün İslam Ümmeti geçmiş milletleri helak eden şeyleri yapmaktadır.
     Bunun içindir ki biz Müslüman Kardeşler, İslam Ümmeti’nin Allah’ın emirlerine boyun eğen bir millet olmasını istiyoruz. Bu da ancak Müslümanların Allah’ı bilmeleriyle, kalplerinin Allah’a tamamen bağlanmasıyla gerçekleşecektir.
     Allah’ı hakkıyla bilme hissi kulun kalbine sızınca, insan eski halinden bambaşka hale döner. Kalp yepyeni bir hale çevrilince insan da yönünü Hakk’a çevirir. Kişi Hakk’a dönünce aile de döner. Aile Hakk’a yönelince millet de yönelir. Zira millet cemiyetten, aileden ve fertten başka bir şey değildir.
     Bizler, “Gayemiz Allah’tır” diye haykırdığımızda Allah’ın kelamının her nizamdan üstün tutulmasını ve bütün Müslümanların “Allah’ı hakkıyla tanıyan” kimseler olmalarını kastediyoruz.
     Gayemiz Allah’tır. Çünkü insanları Allah’a davet ediyoruz. Onların Allah için birleşmelerini istiyoruz. Onlara Allah’ı tanıtıyoruz. Kur’an-ı Kerimin de ifade buyurduğu gibi, sadece Allah’a ibadet etmek için yaratıldığımızı çok iyi biliyoruz.
     “Ben insanları ve cinleri sadece bana ibadet etsinler diye yarattım” (Zariyat / 56)
     Allah Teala bir hadis-i kudside şöyle buyuruyor: “Ey Kullarım! Ben sizi az olan mahlukatı çoğaltayım diye değil, veya yalnızlıktan dolayı sizinle ülfet edeyim diye değil, veya aciz kaldığım bir işte sizinle yardımlaşayım diye değil, ya da bana bir menfaat sağlamanız, bir zararı önlemeniz için değil; sizi ancak uzun zaman bana ibadet edesiniz, çokça beni zikredesiniz, sabah akşam tesbih edesiniz diye yarattım”
     Biz Müslüman Kardeşler, Allah Teala’nın Rasulü’ne bildirdiği yüce emrine uymak istiyoruz. Allah Teala Peygamberine şöyle buyuruyor:
     “Rasulüm de ki: Şüphesiz ki benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin rabbi Allah içindir” (En’am / 162)
     Biz Allah Rasulü’nün, amcasının oğlu Abdullah b. Abbas’a yaptığı nasihatı tutmak istiyoruz. Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
     “Sen, Allah’ın dinini koru ki, Allah da seni korusun. Allah’ın dinini koru, O’nu yanında bulursun. Bir şey istediğinde Allah’tan iste. Bir yardım dilediğinde Allah’tan dile. İyi bil ki, bütün insanlar sana bir fayda temin etmek için bir araya gelseler, Allah’ın sana yazdığından başka hiçbir menfaat sağlayamayacaklardır. Yine bütün insanlar sana bir zarar vermek için birleşse, Allah’ın takdir ettiğinden başka hiçbir zarar veremeyeceklerdir. Kalemler kurudu. Sayfalar dürüldü.” (Tirmizi)
     Biz sadece Allah’a tevekkül ederiz. Sadece O’ndan yardım isteriz. Yalnız Allah’tan korkarız. Allah bizimle beraber oldukça elbette ki bize kimsenin zulmü dokunamayacaktır. Bütün dünyanın musibetleri başımıza gelse de, devamlı huzur ve refah içerisinde olacağız:
     “Bunlar hakkıyla iman edenler ve Allah’ın zikri ile kalpleri huzura kavuşanlardır. İyi bilin ki kalpler ancak Allah’ı zikretmekle huzura kavuşur” (Ra’d / 23)
 
 
          ÖNDERİMİZ PEYGAMBER
    
     Biz, Allah Teala’nın lider seçmediği herhangi bir insanı lider edinip de onun için ne haykırırız, ne de ondan bizim için bağırıp çağırmasını isteriz. Fakat biz Allah’ın Rasulü olan Hazreti Muhammed’i gönüllerimizde yaşatırız:
         
          Diridir Allah Rasulü şüphesiz gönüllerimizde
          Zamanla görülüp anılacak dillerimizde
          Yemin olsun ki, okuyan Kelamullah’ı
          Sanki hisseder, Savt-ı Rasulüllah’ı
 
     Evet… Peygamber Efendimiz gerek kuvvet, gerekse fazilet bakımından tam manasıyla bir liderdir. Hiç kimse Allah Rasulü gibi lider olamaz. Hiçbir insanın siyaseti, Allah Rasulü’nün siyasetine ulaşamaz.
     Peygamber Efendimiz, şiddete dökülmeyen bir kuvvete, acizlik derecesine varmayan bir yumuşaklığa, aldanmayan bir uyanıklığa, geleceği okuyabilen bir ferasete sahipti. Bunlardan başka Allah’ın desteğine, günahlardan ve hatalardan korumasına ve tevfikine mazhardı. Bu sıfatları haiz bir lider olan Hazreti Muhammed’in liderliğinden başka hangi liderlik yeryüzünde yaşamaya, ebedi kalmaya daha layık olabilir?
     Hangi siyaset Hazreti Muhammed’in siyasetinden daha üstün olabilir? Peygamber Efendimizin yürüttüğü siyaset on sene zarfında bir millet oluşturmuş, yeni bir medeniyet ve devlet anlayışı getirmiştir. Halbuki yeni bir ümmet olarak ortaya çıkardığı insanlar, hazreti Muhammed’in kurduğu medeniyet ve tesis ettiği devletten hiç bir şey bilmemekteydiler.
     Bu liderlik, Peygamber Efendimizin de sözlerinde belirttiği gibi ilahi bir liderliktir. Allah Rasulü şöyle buyurmuştur: “İftihar etmiyorum ama ben Ademoğlunun efendisiyim. İftihar etmiyorum ama ben geçmiş ve geleceğin en üstünüyüm.”
     Nice liderler vardır ki, zamanla liderlikleri unutulmuş, yok olmuştur. Fakat Hazreti Muhammed’in liderliği daha da artmaktadır. Getirdiği din daha da kökleşmekte ve yerleşmektedir. Zamanlar geçtikçe Hazreti Muhammed’e inen İslam Şeriatı daha da açıklığa kavuşmakta ve bütün rejimlerden mutlak bir üstünlüğe sahip olduğu güneş gibi ortaya çıkmaktadır.
     Tenkitler, bu Şeriat-ı Garra-yı Muhammediye’yi ancak takviye etmiş ve Hak olduğunu açıkça ortaya koymuştur.
     Nice liderler vardır ki, tenkitlere karşı dayanamamış ve mukavemet edememiştir. Müslüman olmayan liderler izzet ve şereflerini şiddet ve zulüm esasları üzerine bina ederler. Aslında onlar izzet ve şereften mahrumdurlar. Onlarca fetihler; şahsi çıkarlarını sağlamak, zulmetmek ve memleketleri yakıp yıkıp ocakları söndürmek içindir.
     Ey Müslüman! Senin yasan Kur’andır. Kur’anın zikri hidayettir. Hükmü haktır.
     Biz, “Liderimiz Hazreti Muhammeddir” nidamızla şunu belirtmek istiyoruz: “Gelin ey günümüzün liderleri gelin… Hazreti Muhammed’in liderliğini birlikte okuyalım. Siz partilerin liderisiniz. Fakat hiçbir zaman bir ümmet lideri değilsiniz. Halbuki Allah’ın Rasulü Hazreti Muhammed, bütün insanlığın lideridir.
     Siz, mahalli liderlik mertebesine parti yoluyla veya maddi servetiniz yoluyla veya şiddete başvurarak geldiniz. Başkalarının sırtından geçinerek telafi ettiğiniz acizliğinizi hiçbir zaman unutamazsınız.
     Fakat Allah Rasulü fakirlikle, gurbetle ve cihadla dünya liderliğine ulaşmıştır. Birkaç yılda dünyaya hükmeden, Allah’ın Dinini yayan bir ümmet meydana getirmiştir.
     Ey Günümüz Liderleri! Siz liderliği elde etmeden önce bizim gibi insanlardınız. Liderliği aldıktan sonra da eşi-dostu tanımayan putlar gibi oluyorsunuz.
     Allah Rasulü ise Hicaz’a, Yemen’e, Irak’a ve Şam’a hakim olmasına rağmen içi lif dolu deri döşekte yatıyor, aile efradıyla beraber akşam yiyecek bir şey bulamıyor, aylarca evinde tencere kaynamıyordu. Çok kere gıdası hurma ve su idi.
     Ölüm döşeğinde yatarken sadece yedi dinarı vardı. Bu paranın, ruhunu teslim ederken yanında bulunmasını istememiş ve ehli beytine: “Bunu müslüman fakirlere dağıtın” buyurmuştu. Kendisine hizmet ile meşgul olan ehli beyt bu emri yerine getirmeyi unutmuştu. Hazreti Muhammed ayılıp kendine gelince ehli beytine, o dinarları ne yaptıklarını sordu. Hazreti Aişe dinarların aynen durduğunu söyleyince Allah Rasulü, Hazreti Aişe’ye bunları getirmesini emretti. Sonra dinarları eline alarak şu mübarek kelamı söyledi: “Bu dinarlar elinde bulunarak Allah’ı karşılarsa Muhammed’in, Rabbi’ne karşı düşüncesi ne olabilir?”
     Hakikaten dünya, Allah Rasulü’nün elinde idi ama kalbine girememişti.
 
          Dünya ona geldi, o dünyadan yüz çevirdi.
          Dünya büyük makamları arzu etti.
          Ne ipek elbiseleri giydi,
          Ne işlenmiş taçları başına koydu.
          Kim dünyaya huzur ve saadet elbisesini giydirdi?
          Yamalı gömleği değil…
          Eğer isteseydi yeryüzündeki her şey elinde olacaktı.
          Ama o en üstün şeyleri istedi.
 
     Ey Günümüzün Liderleri! İşte Hazreti Peygamber’in liderliği budur. Sizin liderliğinizle onun liderliği arasında herhangi bir irtibat buluyor musunuz? Veya sizin siyasetinizle onun siyaseti arasında herhangi bir benzerlik görüyor musunuz?
     Bu mevzuda Avrupalı bir misyonerin şu sözü kafidir: “İnsanlık, Muhammed gibi bir zatın kendinden biri olmasıyla iftihar eder. Zira okur-yazarlığı olmamasına rağmen, bir devlet tesis etmeyi, bir ümmet meydana getirmeyi ve bir dini yaymayı başarmıştır.”
     İşte kendimize önder seçtiğimiz Hazreti Muhammed budur. Biz onun gösterdiği yoldan gidiyoruz. Ona tabi oluyoruz. Onun yürüdüğü yoldan yürüyoruz .
     “Şüphesiz ki Allah’ın Rasulü’nde sizler için güzel bir örnek vardır” ( Ahzab / 21 )
     Biz onun mirasını ihya etmeye ve onun izzet ve şerefini tekrar iade etmeye çalışıyoruz.
 
 
          YASAMIZ KUR’AN
 
     Bizim Kur’andan başka yasamız yoktur!..
     Kur’anı Kerim, yüce semadan Muhammed Aleyhisselam’ın kalbine muska yapılmak için, sadece kabirlerde, matemlerde okunmak için, satırlara yazılıp ezberlenmek için, kağıtları yüklenip, ahlaki yönünü ihmal etmek için, sözlerini ezber edip hükümlerini terk etmek için inmemiştir.
     Kur’anı Kerim, insanlığı hayır ve saadete kavuşturmak için inmiştir. “Şüphesiz ki size Allah katından nur ve apaçık bir kitap inmiştir. Allah bu kitapla rızasına uyanları selamet yollarına sevkeder. Onları emriyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları doğru yola sevkeder.” (Maide / 16)
     Ey Müslümanlar! Yabancıların kanunlarına razı olup da ilahi nizama razı olmamanız ayıp değil midir? Halbuki Allah Teala Kur’anı Kerim’in hükümleriyle hükmetmeyen her milleti fasıklık ile vasıflandırıyor:
     “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler… İşte onlar fasıkların ta kendileridir.” (Maide / 47)
     “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler… İşte onlar kafirlerin ta kendileridir.” (Maide / 44)
     Allah’ın kitabı ile hükmetmeyen bugünkü Müslümanlar, şu misallerde zikredilen kimselere benzemektedirler:
a)      Elindeki lambayı söndürüp körden medet bekleyen adama:
Ey Müslümanlar! Allah Teala’nın kitabını bırakıp bu hale geldikten sonra elinde lamba bulunduğu halde onu söndürüp körlerden kılavuzluk bekleyen adam gibi oldunuz.
b)      Lambanın düğmesine basmayıp karanlıkta körü körüne dolaşan adam:
     Bugün Allah’ın kitabını bırakan Müslümanlar, önündeki lambanın düğmesine basıp her tarafı aydınlatmayan, kendisini kuşatan karanlık içinde sağa sola çarpan, şuursuzca hareket eden bir topluluk gibidirler.
     Hatta fasıklığı da az görerek Kur’anla hükmetmeyenleri kafir ilan etmiştir.
c)      Dalgalara tutulan bir geminin yolcularına:
Günümüzde bütün alemi materyalizm akımı kaplamıştır. Maddecilik insanları dalgalar içinde sağa sola sallanan bir geminin yolcuları haline getirmiştir. Bugün insanlık ızdırap içerisindedir. Acı çekmektedir. Şahsi çıkarların ve açgözlülüğün ateşinde yanıp kavrulmaktadır.
İnsanlık Kur’anı Kerim’in hidayetinden alınan tatlı sulara muhtaçtır. Bu ilahi menba ile ızdırabının yaralarını yıkasın. Huzur ve saadete ersin.
d)      Elindeki hazineleri bırakıp faizcilerden en yüksek oranda faizle ödünç para alanlara:
Bugün hukukçular, Kur’anı Kerim’i bırakıp beşeri düzenlere başvurunca, elindeki hazineleri bırakıp faizcilerden en yüksek faizle ödünç para alanlara benzemişlerdir. Şüphesiz ki, akıllı bir kimse bunu yapmaz.
Ey Müslümanlar! Allah’ın, kalp gözlerini Kur’anı Kerim’in nuruna kapattığı şu batılıların, yolarını şaşırmış almalarına hayret edilmez.
Çünkü Allah Teala buyuruyor ki: “Allah’ın kendilerine nur bahşetmediği kimsenin elbette nuru olamaz” ( Nur / 40 )
Fakat ceplerinde ve evelerinde Kur’anı Kerim bulunan şu Müslümanların Kur’andan uzak kalmaları hayret vericidir.
İşte bu batılılar, bazen nefsani yollara başvurarak, bazen de kuvveti ve müsbet ilimleri kullanarak Müslümanları Kur’anı Kerim’in nurundan ve doğru yolundan uzaklaştırmayı başarmışlardır.
Allah Teala’nın da buyurduğu gibi, batılılar “Dünya hayatının sadece dış görünüşünü bilirler, ahretten gafildirler” ( Rum / 7 )
Böylece Müslümanlar Peygamber Efendimizin bildirdiği şu hale gelmişlerdir:
“Siz kendinizden öncekilerin yolunu karış karış, adım adım izleyeceksiniz. Hatta bir kertenkele deliğine girseler onları takip edeceksiniz” Ashab: “Bunlar Yahudi ve Hristiyanlar mı?” deyince, Efendimiz “Ya kim olacak?” cevabını vermiştir.
Halbuki Allah Teala Müslümanları bu şekilde hareket etmekten şiddetle men etmiştir: “Ey iman edenler! Eğer kafirlere itaat edecek olursanız, sizi geriye çevirirler de dünya ve ahrette hüsrana uğrayanlardan olursunuz. Aslında sizin dostunuz Allah’tır. O yardım edenlerin en hayırlısıdır” ( Al-i İmran / 149)
Anarşiye davet eden batılılara kulak verilirken,
Doğruyu haykıran Kur’andan yüz çevriliyor. Vah Kur’ana.
Bir bak onun ulvi ahkamı ne oluyor.
Müslümanlar tarafından diri diri gömülüyor.
Bugün alem mihnet içinde kıvranıyor.
Batının dayandığı anarşi onu yıkıyor.
İşte biz Müslüman kardeşlerin kanun kabul ettiğimiz, yasa olarak ilan ettiğimiz, Kur’anı Kerim işte budur. İnsanı bela ve musibetlerden kurtaracak ancak Kur’andır.
Boynumuza takılan zillet ipinden, içine battığımız fesattan kurtaracak odur.
Kur’anı Kerim her nesil için, her zaman ve mekanda tatbiki elzem bir kitaptır.
       
           YOLUMUZ CİHAD
 
   İnsanlara Allah’ı tanıtmak, Hazreti Muhammed Aleyhisselam’ın liderliğini bütün insanlığa kabul ettirmek ve bütün dünyayı Kur’anı Kerimin nuru ile aydınlatmak ancak ve ancak cihad yoluyla gerçekleşir.
   Hayat iman ve cihaddır.
   Bir çok insan biz Müslüman Kardeşlerin, gayemizi gerçekleştirmek ve İslam Ülkelerinin bir kısmını işgal edenlere karşı koymamız için maddi güçlere muhtaç olduğumuzu söylerler. Öyledir ve bu bir gerçektir.
   Fakat bundan daha önemli olan şudur ki: Her şeyden daha üstün ahlak, temiz vicdan, sarsılmaz iman gibi manevi kuvvetlere muhtacız. Biz hakkımızın olduğuna inanıp içinde bulunduğumuz bu tavrı değiştirdiğimiz zaman elbette ki, maddi kuvvetleri her yönden elde edeceğiz. Tarih bunun misalleriyle doludur.
Biz bunu ileri sürerken kendimizden bir şey icad etmiyoruz. Bu fikrimizi en derin kamus, uçsuz bucaksız deniz ve en sağlam yasa olan Allah Teala’nın kitabından alıyoruz. Çünkü Yüce rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz ki bir millet kendini değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.”    ( Ra’d Suresi / 11 )
Kur’anı Kerim bir çok ayete manevi kuvvetin daha üstün olduğunu beyan buyurmaktadır.
Kur’anı Kerim Beni İsrail’e ait bir hikayede zavallı bir milleti anlatıyor ve bunlara benzeyen her millet için kurtuluş yolunu gösteriyor.
Aslında itibar cephane ve silaha değil, bunları kullanan manevi kuvvetedir. Bunları sevkü idare eden manevi ruhadır.
Sarhoş ve ayyaş kişiye zenginliğin faydası ne olabilir? Korkak ve hain için silahın değeri ne olabilir? Güzel ahlakla silahlanmayan bir orduda sayının değeri ne olabilir? Çünkü isyanlar nimetleri giderir. Musibetleri artırır, azmi kırar, vicdanları köreltir, vatanperverlik ruhunu öldürür, kahramanlığı, şehameti ve yiğitliği söndürür. Bu ise başarısızlığın ta kendisidir.
“Bir kavim kendilerinde olan iyi hali değiştirmedikçe Allah da onlara ihsan ettiği nimeti değiştirmez. Gerçekten Allah her şeyi işiten ve bilendir.” ( Enfal / 53 )
“Allah bir şehri misal veriyor ki o şehir emniyet ve huzur içinde bulunuyordu. Oraya her yerden bol bol rızık geliyordu. Nihayet o şehir Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük etti. Allah da o şehrin halkına, yaptıklarının cezası olarak açlık ve korku elbisesini giydirdi.” (Nahl / 112)
“Eğer o memleketlerin halkı iman edip Allah’tan korkmuş olsalardı, muhakkak ki üzerlerine gökten ve yerden bereket kapılarını açardık. Fakat onlar yalanladılar. Biz de elde ettiklerinin cezası olarak onları azabımıza uğrattık.” (Araf / 96 )
Hazreti Ömer manevi kuvvetin ehemmiyetini bildiği için İran’ı fetheden ordunun kumandanı Sa’d b. Ebi Vakkas’a şu mektubu göndermiştir:
“Sana ve beraberinde olanlara Allah’tan korkmayı tavsiye ederim. Çünkü Allah’tan korkmak, düşmana karşı en büyük hazırlıktır. Size, düşmanlarınıza karşı herhangi bir günah işlemekten kaçınmanızı tavsiye ederim. Çünkü askerin günahları kendileri için düşmanlarından daha tehlikelidir. Müslümanlar, düşmanlarının günahkar oluşu sebebiyle zaferi kazanırlar. Günah işlemekte düşmanlarla eşit olursak düşmanlarımız bizden daha iyi sayılırlar. Eğer biz düşmanımızı manevi üstünlüğümüzle yenemezsek, maddi gücümüzle hiçbir zaman yenemeyiz. Çünkü biz ne sayı bakımından, ne de hazırlık bakımından düşmanlarımız gibiyiz.
Düşmanlarımız bizden daha fenalar, dolayısıyla bize galip gelemezler, demeyin. Zira bir milletin işlediği günahın cezası olarak Allah, o millete daha fena bir milleti musallat kılar.”
Ebu Bekir el-Arabi şöyle der:
“Bir savaşta günahkar kimselerle beraber ordunun bir safında idik. Aniden kuvvetli bir rüzgar ve iğnenin ucu gibi hafif bir yağmura tutulduk. Rüzgar ve yağmur sanki düşmanı bize doğru itiyor, bizde de korku ve endişe ortaya çıkıyordu. Nihayet düşmanlar bize galip geldi.”
Evet…Biz manevi kuvvetin önemini müdrikiz. Bunun için nefsimizle cihad etmekteyiz. Bunun yanında Allah’ın düşmanlarıyla cihad edeceğimiz günleri bekliyoruz.
              Ah! Keşke sevketse bizi pırıl pırıl gerçekler
              Makamların en yücesi, Cihad-ı Ekber’e
              Fethetmeye müşriklerin ülkesini
              Çevirelim bahçelere, mekteplere o yerleri
              Allah’ın düşmanlarını kendimize düşman
              Dostlarını dost edinip olsak pür iman
 
 
   EN YÜCE TEMENNİMİZ “ALLAH YOLUNDA ŞEHİT OLMAK”
 
Biz ölümün, tehlikelerle dolu bir hayattan ebedi nimet ve saadetlerle dolu gerçek bir hayata geçiş köprüsü olduğunu biliyoruz. O halde biz ölümden nasıl korkarız?
Peygamber Efendimizin şu sözü bu yolda canlarımızı feda etmemiz için kafidir: “Allah Teala, yolunda cihad için çıkan kimseye kefildir: Kim sadece benim yolumda cihad etmek ve bana iman ettiği için, peygamberimi tasdik ettiği için evinden ayrılırsa, bu kimse onu cennete koyacağımı veya elde edeceği mükafatıyla evine çevireceğimi garanti etmiş olur.”
“Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda alınan herhangi bir yara kıyamet gününde aynı şekilde görülecek. Rengi kan renginde ve kokusu misk kokusunda olacaktır.
Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin ederim ki, isterdim Allah yolunda cihad edip öldürüleyim, sonra yine cihad edip öldürüleyim, sonra yine cihad edip öldürüleyim.”
Ve Allah Teala’nın Kur’anı Aziminde bizlere beyan ettiği şu ayeti celile kaifidir: “Sakın Allah yolunda can verenleri ölü sanmayın. Hakikatte onlar Rableri katında diridirler, rızıklandırılırlar. Allah’ın lütfundan kendilerine arkadan kavuşamayanlara kendileri için korku olmadığını ve mahzun olmayacaklarını müjdelerler.” ( Al-i İmran / 169,170 )
Ey Müslümanlar!
Şunu da bilmek gerekir ki, ölümden korkana ayeti celilenin bir tesiri olmaz. O ayeti kerime ne kadar yüce, ne kadar ulvi olsa da…
Ölümü hayata tercih eden kimse için ölümle hayat müsavidir. Peygamberimiz bize Hak uğrunda ölmekten korkmamayı öğretmiştir. Hiçbir şey bizi ölmekten korkutamayacaktır. Ölümü hayata tercih eden bir milletin önünde hiçbir şey duramayacaktır.
Ey Müslümanlar!
İşte davamız bu… Esasını teşkil den prensipler de bunlardır. Bütün gücümüzle açıkça Allah’a davet ediyoruz. Başarıya ereceğimize tamamen güveniyoruz. Başka hiçbir şeye önem vermiyoruz.
Ve sallallahu ala Seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim…


              Hasan El-Benna