AKIL (RE’Y) – NAKİL (ESER / HADİS) AYRIŞMASININ
FIKHİ BOYUTLARI
Giriş
Kuşkusuz fıkıh tarihinde en önemli ve tarihe damga vurmuş akımlar, ehl-i rey ve ehl-i hadîs ekolleridir. Kimi araştırmacılar tarafından iki okul arasındaki gerilim ve ayrışmanın kelâmi endişe ve kaygılardan kaynaklandığı, tartışmaların daha ziyade itikadi zeminde olduğu bir takım verilere dayanılarak savunulmaktadır. Aynı şekilde çağdaş oryantalistlerden Joseph Schahct, söz konusu ekoller arasındaki tartışmalar için "Ekoller arasındaki farklar....prensip ya da metotlar konusunda dikkate layık herhangi bir anlaşmazlığa dayanmamıştır" tezini savunmakta, başka bir deyişle, gerilimin nedenlerinin fıkhı olmadığını ileri sürmektedir. Gerçekten, ekoller arasındaki ayrışma ve tartışmaların nedenleri pür kelâmi yani itikadi midir? Yoksa fıkhi vs. başka nedenlerin de rolü var mıdır? Bu sorular muvacehesinde makalenin başlığı, "Akıl-Nakil Ayrışması ve Geriliminin Fıkhi Nedenleri" veya "Ehl-i Hadis-Ehl-i Re'y Ayrışması Fıkhi mi, İtikadi mi?" şeklinde olsa da, yine de muhteva bakımından herhangi bir değişiklik olmayacaktır. Bu bağlamda çalışmamızda, fıkhî mülahazaların söz konusu ayrışmada etkisinin olup olmadığı veya varsa ayrışmanın ortaya çıkmasında etkin olan fıkhî sebep ve gerekçelerin neler olduğu tespit edilip ortaya konulmaya çalışılacaktır.
Ehl-i Re’y – Ehl-i Hadis Geriliminin Fıkhi Nedenleri
Bilindiği üzere ehl-i re'y ve ehl-i hadîs adıyla anılan, geçmiş ve köken itibariyle sahabe dönemine kadar uzanan ekoller arasındaki ayrışma ve gerilim, özellikle tabiûn döneminde şiddetli bir hal almıştır. Nitekim bazı tabiîler yeni ortaya çıkan meselelerin çözümünde re'ye başvururken, diğer bazıları şiddetle karşı çıkmışlardır. Amelî alandaki bu ekolleşme, teorik alana da sirayet etmiş, re'y ve hadîs çatışması diye anılan tartışmalar süreci başlamıştır.
Sahabe ve tabiûn döneminde görülen bu fikir ayrılığı, aradan uzun bir süre geçmeden zirve noktaya ulaşmış ve ciddi tartışmalar yaşanmıştır. Re'y veya hadisi savunanlar, sadece farklı bir yöntem takip etmemekle kalmamış, birbirlerini şiddetle eleştirmişlerdir. Emevîler döneminde iki ekol arasındaki ayrışmanın nedenleri hoca, çevre ve dinî bilgi kaynaklarının farklı olmasıdır. Abbasîler döneminden itibaren ise, re'y ve hadîsle ilgili bazı prensip ve anlayış farklılığı, buna bağlı olarak yeni fıkhî meseleler karşısında metod farklığının diğer ilim merkezlerinde de tartışılmaya başlanması ekolleşmeyi ve ayrışmayı daha da artırıcı bir rol üstlenmiştir.
Ehli re'y ve ehl-i hadis, Kitab, sünnet ve sahabe icmâının kaynak olarak kullanılması hususunda hem fikirdir. Esas itibariyle iki ekol arasındaki tartışma aklın fıkha (nakle) müdahil olup olamayacağı ve hadislerin değerlendirilmesi noktalarında yoğunlaşmaktadır. Bir başka ifadeyle ehli re'y ile ehli hadis arasındaki ihtilaf, hadislerin kritiği ve ehli re'yin fıkhî kıyası geniş olarak kullanma çerçevesindeki bir ihtilaftır. Yani kıyasın sınırları ve kullanım alanları konusundadır. Ehl-i hadis, zannî de olsa, nasslara dayanmayı kıyasa tercih ederken, ehl-i re'y, kıyası, zannî nasslara tercih etmektedir. Re'y taraftarları nasların sınırlı, olayların ise sınırsız olduğu olgusundan hareketle, Kur'an ve Sünnet'te her meselenin hükmünün bulunamayacağını, bundan dolayı şahsî re'y ve içtihadın gerekli olduğunu savunmuşlardır. Ehl-i hadis mensupları ise, yalnızca naslara bağlanıp aklî istidlal yollarına başvurmayı kabul etmemişler, re'y ile faaliyette bulunmayı bid'at sayıp hoş karşılamamışlar, kendilerine Kur'an'da çözümü bulunmayan bir problem geldiğinde sünne ti araştırmışlar; onda da bir çözüm bulamadıkları takdirde problem hakkında hiçbir açıklama yapmadan beklemişlerdir.
Ehli hadisin ehl-i re'ye cephe almasının temel nedenlerinden biri, nasların re'y ile yorumlanmasını yasaklayan rivayetlerdir. İki ekol arasındaki gerilim, ehli hadisin re'yi yasaklayan rivayetler dolayısıyla muhaliflerine karşı şiddetli bir muhalefeti dini görev olarak algılamalarından kaynaklanmaktadır. Nitekim İbnu'l-Enbârî (ö.328/939), re'y ile Kur'ân'ın tefsir edilmesini yasaklayan rivayetlerden dolayı, ehl-i ilmin (ehl-i hadis) re'ye hevâ anlamını verdiğini belirtmiştir. Ehl-i ilme göre, selef-i sâlihinden almadıkları, hangi asla dayandığı bilinmeyen ve ehlu'l-eser ve'n nakl (ehli hadis) mezhebinin görüşüne de uygun olmadığından, kendi arzu ve heveslerine göre Kur'ân hakkında konuşup yorum yapanlar, isabet etseler bile hata içindedirler. Sözü edilen ehliilm ve ehlu'l-eser ve'n-nakl mezhebinden kasıt, ehli hadis ya da hadis ekolü yani hadis taraftarları dediğimiz muhafazakar kesimdir.
Ehl-i hadis, re'y kavramının muhtevası o dönemde nesnel, mahiyeti ve sınırları belirlenmiş olarak doldurulmadığından, bir takım kötü sonuçlara müncer olmaması için daha baştan itibaren re'ye karşı cephe almışlardır. Bilindiği gibi re'y kavramı, re'y ekolü ile hadis ekolü arasında meydana gelen tartışmaların en önemli unsuru olmuştur. Re'y, ehl-i hadis'in fanatik cephesi tarafından neredeyse hadis ve sünnetle zıt anlamlı olduğu kabul edilmiştir. Ehl-i hadis'in sünnet konusunda besledikleri şahsî endişeleri ve re'ye dayanılarak hadislerin terk edileceği düşüncesi onları böylesi bir tutuma sevketmiştir.
Ehl-i re'yin, ehl-i hadîsi eleştirme noktalarından biri, hadis karşısındaki tutum ve tavırlarıdır. Ehl-i re'y, muhalifleri olan ehli hadis mensuplarını garip ve zayıf hadislerin peşine düşmek, hadisin tarikleriyle uğraşıp anlamları üzerinde düşünmemek, taşıdıkları ilmin muhtevasından habersiz olmak, çok "tashif ve lahinde bulunmak" gibi iddialarla tenkit etmişler ve nihayet şekilcilik anlamında onları "Haşviyye" diye isimlendirmişlerdir. Onlara göre ehli hadîs, sadece hadis nakliyle uğraşıp onu anlama çabası içinde değildir. Esercilerin bütün düşünceleri çeşitli rivayet yollarını toplama, çoğunluğu mevzu ve maklub olan şaz ve garib haberleri araştırma gibi hususlardır. Asıl metinlere riayet etmemekte, manaları anlamaya, hadislerin sırlarını açıklamaya çalışmamakta, onlardaki cevherleri ve fıkıh bilgilerini çıkarmaya gayret göstermemektedirler. Bu nedenle re'y ehli, ehl-i hadisi cehaletle nitelemiş ve onların sadece kitap taşıyıcısı olduklarını söylemişlerdir. Ehli hadisin sadece birer râvi ve nakilci olmaktan öte geçemediklerini ileri sürmüşlerdir. Bütün çabalarını hadis toplamaya sarfedip hadislerin anlamları üzerinde düşünmedikleri veya anlama dirayetine sahip olmadıkları için onları kitap/bilgi hamalları (zevâmilü'l-esfâr) olarak nitelemişlerdir.
Esasen re'y ve hadis ekolleri arasında tartışmanın nedenlerinden biri rivayet malzemesinin yani hadislerin nasıl ve ne ölçüde kullanılacağıdır. Ehl-i Hadîsin, rey ehline karşı ileri sürdüğü en önemli iddia hadis / sünnetegerektiği kadar yer vermemeleridir. Ehl-i re'y, onlara göre hadise büyük bir önem atfetmez. Ehl-i re'yin başını çeken Ebîı Hanîfe'nin fıkıh sisteminin inşasında kullandığı hadisler pek az miktardadır. Henüz onun zamanında dört sahabî hayatta olmasına rağmen, onlardan hadis dinlemek zahmetinde bulunmamıştır." Ehl-i hadise göre ehli re'y, çoğu hadise oldukça az meyletmekte, hatta neredeyse sahih hadisi, kusurlu hadisten ayıramayacak durumdadırlar. Hadisin iyisini kötüsünü bilmezler. Benimsedikleri mezheplerine, inandıkları görüşe uygun geldiğinde bile, hasımlarına karşı kendilerine ulaşan hadislerle delil getirmeye önem vermemektedirler. Kendi aralarında meşhur olan, dillerine doladıkları zayıf haberi ve munkatı hadisi kabul hususunda birbirleriyle ittifak halindedirler. İşte bu durum re'yin bir aldatmacası ve ondaki bir kusurdur. Süfyân b. Uyeyne (ö.198/813), Ebû Hanîfe'nin hadisleri terk etmesi konusunda örnekler de vermektedir. Ona göre Ebû Hanîfe, hadisleri darbı mesel getirerek reddetmektedir. "Müşteri ve satıcı birbirinden ayrılmadıkça muhayyerdirler" hadisi kendisine ulaşınca, "Eğer iki taraf, bir gemi içinde, hapiste veya yolculukta bulunuyorlarsa nasıl ayrılırlar?" şeklinde sormaya başlamıştır diyerek Ebû Hanîfe'yi eleştirmektedir. Yine, Hz. Peygamber'in "ganimette ata iki pay, piyadeye bir pay verilir" hadisine karşı Ebû Hanîfe'nin "mü'minin payından daha fazlasını hayvana veremem" dediği ve Hz. Peygamber'in ve ashabının kurbanlık develere vücutlarını çizerek işaret koymuş oldukları halde, Ebû Hanîfe'nin "böyle yapmak felakettir" dediği için onu tenkit etmektedir. İbn Ebî Ya'lâ re'y ekolünü eleştirirken onların hadisleri kabul etmedikleri bağlamında şu ifadeleri kullanmıştır: " Re'yciler, yoldan çıkmış bid'atçılardır. Onlar sünnet ve eser düşmanıdırlar. Hadisi iptal edip Hz. Peygamber'e karşı gelerek Ebû Hanîfe'yi ve onun görüşlerini benimseyenleri imam (önder) edinmişlerdir." Hadis ekolünün teşhisine göre ehl-i re'yin bu yola tevessül etmelerinin yani hadise yeterince yer vermemelerinin yegane sebebi, re'ye ve özellikle kıyasa başvurmuş olmalarıdır.
Ebû Hanîfe'nin re'ycilikle itham edilmesine gerekçe olarak ileri sürülen hadîse yeterince yer vermeme ya da sahih hadîse muhalefet iddiasını da Ha-nefiler reddetmiş, dayandıkları hadîsleri daha o dönemden itibaren yaptıkları çalışmalarda ortaya koymuşlardır. Ebû Hanife nasları anlama ve değerlendirmede hocalarından tevarüs ettiği usûlü devam ettirmiştir. Hocası Nehâî gibi rivayetler arasında seçme yapmış, arz usûlünü kullanarak bazı rivayetleri terk etmiştir. Haberi vahidleri Kur'an'ın manalarına ve hadislerin üzerinde ittifak ettiği hususlara arzederek reddetmesi ehli hadîs tarafından eleştirilmesine neden olmuştur. Bunun yanında, Irak bölgesinde hadis uydurmacılığının çokluğu, hadis kabul şartlarında zaten çok sıkı davranan re'y ekolünün titizliğini daha da artırmıştır. Hadisleri anlama ve yorumlamada sık sık re'ye başvurmuşlardır. Tabii ki bu durum, yani hadis kabulü konusunda son derece ihtiyatlı davranırken bir yandan sıklıkla re'ye başvurma, ehli hadisin tepkisini çekmiştir.
Tartışmanın bu boyutuna İbn Abdilber (ö. 463/1071) de dikkati çekmiştir. Ona göre iki ekol arasındaki ihtilafın sebebi, Ebû Hanîfe'nin bir çok hadisi, Kur'an'dan ve hadislerin bütününden çıkarılan dinin genel ilkelerine (umûmâtu'l-Kitâb) arzettikten sonra uygun düşmeyenleri şâz olarak nitelendirip reddetmesidir.
Kadı Iyâz bu noktadaki tartışma ve gerilimin nedenlerini şöyle dile getirmiştir: "Ebû Hanîfe kıyas ve i'tibârı sünnetlere ve âsâra (nakil) tercih etmiş, böylece kaynaklardaki metinleri bırakıp ma'kûlu temel almış; re'y, kıyas ve istihsana öncelik vermiş, sonra da istihsanı kıyasa tercih etmiştir. Öğrencileri eş-Şeybânî ve Ebû Yûsuf hadisleri onun görüşlerine aykırı olduğunu gördüklerinden ötürü, görüşlerinin üçte biri kadarında kendisine muhalefet etmişlerdir. Zira Ebû Hanîfe kıyası hakim kabul edip, ona öncelik tanıdığı için bilerek ya da kendisine ulaşmadıkları için bilmeyerek sünnetlere aykırı davranmıştı. Çünkü o, sünnet konusunda fazla bilgili değildi ve bu nedenden dolayı da ağır eleştirilere uğramıştı. Varmış olduğu hükümlerde esas aldığı hadisler ise, icmaen kabul edilmiş olmayıp zayıf ve metruk idiler. İşte bu nedenlerden dolayı hadis ekolü re'ye ekolüne karşı hizipçilik yapmış, onlar hakkında kötü sözler söylemiş ve onlara karşı bir takım kötü düşünceler beslemiştir."
Hadîs ekolünden ehl-i re'yi, hem hadis kullanımında hem de kıyas kullanımında tutarlı davranmamakla suçlayanlar da olmuştur. Sözgelimi İshak b. Râheveyh (ö. 238/852), re'y taraftarlarını Allah'ın Kitabını ve Peygamber'i-nin sünnetini bir yana bırakıp kıyasa yapışmakla suçlamıştır. Bunlara dair örnekler sıralayan İbn Râheveyh'e göre meselâ re'yciler abdestli bir insan oturmuş vaziyette iken derin uykuya dalarsa abdest alması farz değildir derler; ardından da bayılanın abdestinin bozulacağında icmâ ederler. Oysa aralarında bir fark olmadığı gibi bayılanın abdestinin bozulacağına dair delil olacak bir kaynak da bulunmamaktadır. Oysa uyku hakkında birçok hadis vardır. Daha başka örnekler veren muhaddise göre re'yciler, ne esere ve ne de kıyasa bağlı kalmışlardır.
Ancak ehl-i hadis içinde de sünnet konusunda ileri giden alimler bulunmuş hatta bazıları "sünnet Kur'an'a hakimdir, Kur'an sünnete hakim değildir" diyenler olduğu gibi, hicri ikinci yüzyılda "sünnet Kur'an-ı nesheder" diyenler de olmuştur. İki ekol arasındaki ayrışmada bu tür metodolojik ifrat görüşlerin daha da tetikleyici olduğu söylenebilir.
Ehl-i hadis ile ehl-i re'y arasındaki en önemli ayrışma noktalarından biri, hadislerin kabulü konusundaki ölçüt meselesidir. Ehl-i re'y, hadisin kabulü için râvîleri makbul, senedin muttasıl olmasını yeterli görmemiş, hadis metin açısından da eleştiriye tabi tutulmuştur. Hanefîlerin, hadîsleri kabulde senet tenkidinin yanında metin tenkidine yer vermelerinin eleştiri almalarında rolü vardır. Belki de ehl-i re'yin hadise fazla yer vermediği şeklinde oluşan kanaatin önemli sebeplerinden biri de bu usuldür. Ehl-i rey, rivayetlerin sadece isnat kriterini yeterli görmemekte, muhteva bakımından da kritik edilmesi anlayışını getirmektedir. Rivayetleri şer’i delillerin bütünlüğü ve küllî esasların iç tutarlılığı bakımından tahlile tâbi tutmaktadır. Bu nedenle ehl-i re'y, senedi sahih ve muttasıl olarak kabul edilen bazı hadisleri dinin temel ilke ve prensiplerine uygun bulmadıkları için manen (metin itibari ile) illetli kabul edip, amel etmemişlerdir. Ancak, İbn Abdilberr (ö.463/1070) bu eleştiriyi haklı bulmaz ve şöyle der: "Ebû Hanife'nin hadîsleri metin tenkidine tabi tutması ve te'vîlde bulunması, kınanacak bir husus değildir. Çünkü bu ondan önce de yapılmıştır ve ehli hadîs'ten herkesin bir te'vîli ve bir sünnete aykırı düştüğü görüşü vardır. Onun bu tutumu, ehli hadîs tarafından, haksız olarak eleştiri konusu edilmiştir." Bu dönemde hadisleri değerlendirmede, ehli hadis mensupları senet tenkidi yanında sahip oldukları nebevî geleneği ölçü alırken, ehl-i re'y fakihleri yine senet yanında metin tevsikinde İslâm'ın temel ilke ve kurallarını ölçü almışlardır. Zira o bölgede ortaya çıkan binlerce uydurma hadis metnini başka türlü tespit edip ayıklamanın imkanı yoktur. Bu yüzden metinlerin test edilmesi için daha sağlam ve sübûtunda şüphe bulunmayan kaynaklarla mukayesesi zaruri görülmüştür. Nasların hakimiyet alanını genişletmek isteyen ehl-i hadisin ise, bir takım hadislerin devre dışı bırakılmasına neden olacak metin tenkidine sıcak bakmayacakları gibi, ehl-i re'ye bu hususta muhalefet etmeleri de normaldir.
Öte yandan, onların ehli re'y olarak adlandırılmasında ve bu arada bazı ithamlara maruz kalmasında Ömer b. Abdilazîz devrinde (99-101/717-720) Hicaz'da başlayan hadîs toplama faaliyetinin teşvik edilmesinin ve Medine'de sadece hadîs toplayıp rivayet etmekle meşgul muhaddisler grubunun ortaya çıkmasının da önemli etkisi olmalıdır. Bu kişiler Iraklı fakihlerin kendilerindeki hadislere aykırı görünen fetvalarını duydukça, onların sahih hadisleri terk ettikleri ve re'yi hadisten üstün tuttukları zehabına kapılmışlar"' ve bu yönde ithamlarda bulunmuştur. Meselâ Evzâî'nin (ö. 157/774) "Biz Ebû Hanîfe'yi re'yi kullandığı için kınamıyoruz, hepimiz re'yden istifade ederiz. Bizim onu kınamamız hadîse muhalefetindendir" demesi bu bağlamda değerlendirilmelidir.
Ehl-i re'ye, ehl-i hadis tarafından tavır alınmasında iki ekol arasındaki ilmi rekabetin de rolü olduğunu söylemek isabetten uzak değildir. Ayrışmanın, bu derece etkili olmasında Arapların, o dönemde, ilmî faaliyetin daha çok mevalidenolan alimler tarafından yürütülmesini kabullenememeleridir.İraklı fakihlerin büyük çoğunluğunun mevâlîden olması, gerilimin sebeplerinden birini oluşturduğu söylenebilir. Yine Ebû Hanîfe'nin fıkhı kendilerinden aldığı tâbiûn âlimleri de Arap olmayanlardandır. Ancak ilmî rekabetin de etkili olduğu bu ayrışmada, her iki ekolde başı çeken ve itham altında olan alimlerin, özellikle mevâlîden olan ehl-i re'y alimlerinin fıkıhçılık yönlerinin de ön planda olduğu gözden kaçmamaktadır. Mevâlî'nin fıkıhtaki konumunu belirleme bağlamında Abdurrahmân b. Zeyd b. Eslem de şunları söylemiştir:" Abadile (Abdullah İbn Abbâs (ö. 65/687-688), Abdullah İbn Ömer (ö. 74/693), Abdullah İbn Amr (ö. 65/687-688), Abdullah İbn Zübeyr (ö. 73/692) ve Abdullah İbn Mes'ud (ö. 32/652-653) öldükten sonra Medine dışında her yerde fıkıh, mevâlî'nin elindeydi. Allah Medine'yi diğer yerlerden ayırarak ona Kureyşli bir fakih nasip etti. Medîne fakîhi olan Saîd b. el-Müseyyib hiç kuşkusuz Arap kökenlidir." Başka bir ifadeyle ilmî rekabetin gerekçe olarak ileri sürüldüğü ayrışmanın temelinde de fıkhî mülahazalar yer almaktadır.
Serahsî'ye (ö. 483/1090) göre ehl-i hadîs'in re'y ve kıyas karşıtlığının temelinde nasları muhafaza ve hukuk güvenliği kaygısı yatmaktadır. Onun ifadesine göre ehli hadîsin amacı, hükümlerin kalıpları olan nassları korumadır, (el-muhâfazatu ala nusûsi'ş-şeriati fe innehâ kavâlibü'l-ahkâmi).Aynı gerekçeyi Pezdevî (Ö.482/1089) de Kenzu’l-Vusul adlı usule dair eserinde muhaliflerin (yani ehli hadisin) gerekçesi olarak belirtmiştir. Fukahâ literatürünün gelişiminde olgunlaşmış bir merhaleyi temsil eden Pezdevî, re'y ve kıyas muhaliflerinin gerekçelerini şöyle belirtir: Karşıtlara göre re'y ve kıyas yasaklandığında iki durum (fayda) ortaya çıkar. Birincisi, din ayakta tutulmuş (kıvâmu'd-dîn) olur. İkincisi ise, mü'minler kurtulmuş olur. Ancak Pezdevî onların bu kanaatlerinin yanlış olduğunu ileri sürer. Pezdevî'ye göre, ehl-i hadisin kanaatlerinin aksine re'y ve kıyasla amel etmek, anlamlarıyla birlikte nassları korumak demektir. Kıyas ve re'yle amel edilmediğinde esas itibariyle nassların anlamları ve kalıpları korunmamış olur. Nassların canlılığı re'yi kullanmak suretiyle gerçekleşir. Hz. Peygamber'den re'y ve kıyasın kullanılacağına dair gelen rivayetler manevî tevatür mesabesindedir.
Re'yin Irak'lılar tarafından farazi meselelerde de kullanılmasına ehli hadis tarafından tepki gösterilmiş ve söz konusu faaliyet iki ekol arasındaki gerilimin başlıca nedenlerinden birini teşkil etmiştir. Henüz vuku bulmamış meselelerin tartışılma biçimi olan farazi (kurgusal) fıkıhla ilgilenmek, re'y ekolünün kıyası bir yöntem olarak benimsemesinin tabiî bir sonucudur. Kıyasları uygulamak ve illetleri test etmek için uygun olan bu farazî olgu meselesi, ikinci asırda re'y ekolünün en önemli özelliklerinden olmuş ve şöhreti her tarafa yayılmıştır. Ehl-i re'y, henüz meydana gelmemiş dini problemleri tasavvur ederek, bunlar meydana gelmeden cevaplar hazırlayıp tartışmaktadır. İki ekol arasında şiddetli tartışmaların yoğun olduğu dönemde Küfe fukahası ve Ebû Hanîfe ile ashabı, farazî fıkıhla meşgul olmuşlar, henüz vuku bulmamış konularda fikir yürütmekten çekinmemişlerdir. Gelecek problemlere hazırlıklı olmak için Ebû Hanîfe'nin bizzat kendisinin farazî meselelerle meşgul olduğu nakledilmektedir. Ebû Hanîfe, müctehidin, toplumu fıkha ilişkin konulara hazır bulundurma sorumluluğunda ve bilincinde olması gerektiğine inanmıştır. Farazî mesele müctehid zamanında meydana gelmemiş olsa bile, meydana geleceği varsayılarak ona göre davranılmalıdır. Ehl-i hadisin ısrarla farazî meseleler üretmekten kaçındığı bir dönemde Ebû Hanîfe, sosyal problemlerin çözülmesi için farazî fıkhı zarurî görmektedir. Bu noktada kendisine yöneltilen bir eleştiriye: "Biz, mesele gelmeden önce ona hazırlanır, gelince de onu tanır ve meseleye nasıl yaklaşacağımızı biliriz." şeklinde cevap vermiştir. Nitekim Ebû Hanîfe, tenkid sadedinde, vuku bulmuş değil, farazî konularda en bilgili kimse olarak nitelenmiştir. Ehl-i re'y farazî meseleler üzerinde fikir yürütürken "eraeyte", "erâ" gibi re'y kökünden gelen fiilleri sıklıkla kullanmışlardır. Bu durum muhalifleri tarafından kendilerine "eraeytiyyün", "ashâb-ı eraeyte" gibi isimler verilmesine neden olmuştur.
Buna mukabil ehl-i hadis nazarında kaynak, hadis olduğundan, bilfiil meydana gelmemiş konularda fikir yürütmeyi ve soru sormayı hoş karşılamamışlar, Iraklıların farazi konularda soru sormalarını kınamışlardır. Onlar, sahabe ve tabiinden nakledilen ve farazi fıkhı kerih gören rivayetleri de delil göstererek farazi fıkha sıcak bakmadıkları gibi, uygulamalarında da yer vermemişlerdir. Ayrıca bu tür bir fıkıhla ilgilendikleri için ehl-i re'yi şiddetle eleştirmişlerdir. Goldziher de buna değinirken, " Hadis ekolleri fiili olarak meydana gelmiş tarihî ve hukukî olaylar hakkında hüküm vermek durumunda kaldıkları zaman, bakışlarını somut hukuka yoğunlaştırırlarken; re'y taraftarları her türlü aktüel münasebetten mahrum olan kılı kırk yarıcılığa düşmüşlerdir" demiştir.
Ancak zikrettiğimiz farazi fıkıh temelli ayrışma kriterinin sonraki dönemlerde devamlılık arzettiğini söylemek zordur. Zira sonraki asırlarda kaleme alınan diğer mezheplerin furû kitaplarına göz atıldığında farazî meselelerin varlığı dikkatten kaçmamaktadır.
Esasen iki ekol arasındaki ayrışmanın fıkhî olduğuna dair bir diğer delil ve gösterge, her iki ekolün sahabeden gelen fıkhî bir geleneğin devamı olmalarıdır. Re'y kökeni itibariyle Hz. Ömer, Ali ve Abdullah b. Mes'ûd'a dayanan bir yorum geleneği olup bu geleneğin devamıdır. Zira sahabe arasında adı geçenler gibi, nasların illetlerini araştırıp yorumlayarak re'y ile hüküm verenler olduğu gibi, illet ve maksatları araştırmadan nasları lafzî olarak benimseyenler de bulunmaktadır.
Her iki ekole mensup alimlerin kimler olduğunu tespitte önemli güçlükler bulunduğundan, bu konuda kaynaklarda yapılan tasniflerin de farlılık taşımalarına rağmen, yapılan tasniflerdeki kişilerin özellikle müctehid vasfını taşımaları dikkati çekmektedir. İbn Kuteybe (ö. 276/889), aralarında İmâm Mâlik ve Evzaî'nin de bulunduğu bir çok müctehidi ehl-i re'yden sayarken, fıkıhta pek şöhreti olmayıp sadece hadis rivayetiyle uğraşanları da ehl-i hadis olarak adlandırmıştır. Dolayısıyla söz konusu kişilerin müctehid yani fakihlik özelliklerini ön plana çıkarmaktadır. Bu da bize ayrışmanın boyutları konusunda bir fikir vermeye yeterlidir. Aynı müellif bir diğer eserinde re'y ehli olarak sadece Ebû Hanîfe ve arkadaşlarından söz eder. Şehristânî'ye göre müctehidler ashâbü'l-hadîs ve ashâbü'r-re'y şeklinde iki grupta toplanır, üçüncü bir grup yoktur. Ashâbü'l-hadîs Hicazlılar yani Mâlik, Şafiî, Sevrî, Ahmed b. Hanbel, Dâvûd ez-Zâhirî ve taraftarlarıdır. Ashâbü'r-re'y ise, Iraklılar yani Ebû Hanîfe ve arkadaşlarıdır.' Yine fakihlik yönleri öne çıkarılarak yapılan söz konusu tasnif, sonraki dönemde bir çok müellif tarafından da benimsenmiştir. İbn Haldun da re'y ve hadis ehli şeklindeki ayrışmanın fukaha arasında olduğunu' ifade ederek meselenin bu yönüne dikkat çeker.
Ancak Ahmed b. Hanbel'in, Halku’l-Kur’antartışmasıyla birlikte Mu'tezile karşısında geleneksel düşüncenin ve geniş müslüman kitlenin lideri olarak görülmesi ve muhaddislerin fıkhının Ahmed b. Hanbel ile ekolleş-mesi, ehl-i hadîs ile ehl-i re'y ayırımına ve hadise bağlı fıkıh anlayışına yeni bir boyut getirmiştir. Bu yeni fıkhı anlayışın ortaya çıkmasından sonra o zamana kadarki yaygın fıkhî ekoller, meselâ, Hanefi, Mâlikî ve Şafiî ekolleri ve taraftarları ehli re'y, Hanbelîler ise ehli hadîs olarak anılmaya başlanmıştır.
İki ekol arasındaki tartışmalar zaman zaman kelâm alanına kaydığı için, kimi yazarların ayrışmanın temellerinin kelâmi olduğu düşüncesine kapılmasına yol açmıştır. Ancak, kelâmî alana kayma daha sonraları meydana gelmiştir. Kelâmî ve felsefi tartışmaların filizlenmeye başladığı tâbiûn döneminden sonra, tartışmanın çizgisinde sapmanın olduğunu düşünmekteyiz. Başlangıçta fıkhî boyutta çıkan ayrışma ve tartışmalar, daha sonraki dönemlerde bazı felsefe, kelâm ve hadis ekollerinin ve hatta tasavvufi temayüllerin ortaya çıkmasıyla kelâmî alana kaymış ve ehl-i re'y tabiri olumsuz anlamlarda kullanılmaya başlanmıştır.'
İbn Kuteybe, ekoller arasındaki ayrışma nedeninin kelâmî olduğunu ifade etmektedir. Bununla birlikte onun re'yi zemmeden rivayetler sadedinde aktardığı hadislere göz atıldığında genellikle fıkhî olduğu görülür. Sözgelimi, mestin ayağın üstü yerine altına mesh, kelâle, ümmetin hata üzerine birleşmemesi, ineğin eşeği öldürmesi gibi rivayetler kelâmî konulardan ziyade fıkıh alanını ilgilendiren rivayetlerdendir.' Bu durum göz önünde bulundurulduğunda İbn Kuteybe'nin tartışmanın kelâmî olduğu şeklindeki ifadesi isabetli görünmemektedir.
Ayrışmanın kelâmi olduğunun düşünülmesinin sebeplerinden biri de Hanefiler içinde mutezilî ve mürcienin oluşudur. Zira söz konusu itikâdi mezhep mensupları amelî yönden Hanefi mezhebine mensupturlar. Ehl-i hadisin ehl-i re'yi yererken kimi zaman itikadi konulan sebep göstermesi, zikri geçen kişilerin amelde Hanefi mezhebine mensup oluşlarından kaynaklanmaktadır. Söz konusu ekoller nedeniyle tartışma, zaman zaman fıkhın dışına çıkıp kelâm alanına kaymıştır.
İki ekol arasındaki fıkhî tartışmalar sadece nesir sahasında olmamış, edebiyatın şiir alanında da varlığını sürdürmüştür. Aşağıda buna bir örnek vereceğiz.
Ehl-i rey kendileri hakkında şöyle der:
İnsanlar, bir gün, nüktedan bir gençten (gelen) farklı bir şeyle bizi kıyasladıklarında,
Biz, Ebû Hanîfe'nin yöntemiyle yapılmış sahih bir kıyasla geldik.
Fakih onu işittiğinde ezberler, mürekkeple sayfaya yazar.
Ehl-i hadis ise buna şöyle cevap verir:
Rey sahibi bir kıyas konusunda tartıştığında ve değersiz ve önemsiz bir bidatle geldiğinde,
Biz, Allah'ın sözü ve değerli meşhur bir eserle geliriz.
Nice iffetli kadının namusu Ebû Hanîfe yüzünden helal oldu.
Ebû Hanîfe, zinadan olan kız çocuğunun evliliği sahih olur de(me)di mi?
Sonuç ve Değerlendirme
Ehl-i hadîs'in, rey ehline karşı şiddetli ve sert saldırıları ve re'ye karşı kitaplarda zikredilen rivayetler göz önüne alındığında, bu eleştiri ve rivayetleri pür fıkhı yöntem eleştirisi olarak değerlendirmek zordur. Kanaatimize göre, tartışma ve gerilimin pür fıkıh ekseninde cereyan ettiği savunulama-makla birlikte, fıkhı gerekçelerin iki taraf arasındaki gerilimde önemli payı vardır. Esasen söz konusu tartışmaları daha da indirgeyecek olursak nasların anlaşılmasına ilişkin rasyonaliteye yapılan vurgudan kaynaklanmakta, yani usûl-i fıkıh kökenli olmaktadır.
Ehli hadisin genellikle re'y ve kıyasa karşı çıkmasının altında yatan gerçek neden, bir büyük bir ihtimalle dîni kaynaklara ve özellikle de hadis ile sünnete, sahabe ve tabiîm görüşlerine hür türlü akıl yürütmenin üzerinde bir değer vermeleridir.
İki ekol arasındaki gerilimde ithamları yöneltenlerin daha çok ehl-i hadis oldukları başka bir ifadeyle ehl-i hadisin gerilimin artmasında daha baskın rolü olduğu göze çarpmaktadır. Diğer yandan ehli hadisin kelamı alandaki re'y ile fıkıh alandaki re'y arasında bir ayırıma gitmeden her ikisini de aynı düzeyde eleştirmeleri, kimi yazarların tartışmanın boyutlarının pür kelâmı olduğu düşüncesine kapılmalarına neden olmuştur.
Şafiî'nin tarih sahnesine çıkması ve her iki ekolün sentezi ve uzlaştırma gayreti olan yöntemini yazılı olarak ortaya koymasıyla birlikte, iki ekol arasındaki gerilimin şiddeti önemli ölçüde azalmış ve her iki ekol farklı isimler ve tonlarda günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.
Ekoller arasındaki tartışmalar ve bu tartışmalar sonucu ortaya çıkan Re'y-Hadîs ekolleşmesi, daha sonraları metodolojik alanda yani usûl konularında da temellenmiş, bir bütün olarak İslâm hukukunun şekillenmesini etkilemiş ve fıkhî mezheplerin sonraki metodolojik oluşumları bu temele göre gelişimini devam ettirmiştir. Bu doğrultuda hükümlerde taabbud tartışması sürmüş; ehli hadis geleneğini devam ettirenler dîni naslarda taabbüdün asıl olduğunu savunurken, ehl-i re'y geleneğini devamı olanlar ise ta'lilin esas olduğunu ileri sürmüşlerdir. Benzer şekilde ehl-i rey geleneğinin uzantısı olan gruplar, hüsün ve kubh'un akılla kavranılabileceğini savunurken, ehl-i hadis düşüncesinin devamı niteliğinde olanlar ise, hüsün ve kubh'un akılla anlaşılamayacağını ileri sürmüşlerdir.
Doç. Dr. Adnan KOŞUM