İKLİL
  kur'an ve sünnet
 

 

el-Mıkdâm   b.   Ma'dîkerib'den rivayet edildiğine göre, Allah Rasulü şöyle buyurmuştur:
"Dikkat edin, bana kitap (Kur’an) ve onunla birlikte benzeri (Sünnet) verildi. Çok sürmez, koltuğuna yaslanmış karnı tok bir adam şöyle diyecektir: Sadece şu Kur'an'ı esas alın. Onda bulduğunuz helâli helâl, haramı da haram kabul edin. Dikkat edin, yırtıcı hayvanların ve ehli eşeğin eti size helâl değildir. Eman verilmiş yabancının buluntusu da sahibi ondan vazgeçmedikçe helâl değildir. Kim bir toplumun misafiri olursa, onların o misafiri ağırlamaları gerekir. Şayet onu ağırlamazlarsa, onun o toplumdan iaşe ve ibate gibi ağırlanma masrafını alma hakkı vardır"
AÇIKLAMA
İbn Kuteybe (v. 276/889), hadis metninde geçen “benzeri” (misl) lafzı üzerine, “Cebrail’in, kitapta yer almadığı halde getirdiği sünnetler” diye açıklama getirir. Bu konuda onun verdiği örneklerden birisi recm cezasıdır. Sünnetin bu fonksiyonundan dolayı ulema, Rasulüllah için mecazi manada “şari” (şeriat ve kanun koyucu) unvanını verir. Hakiki şari ise yalnız Allah Teala’dır.
"Herhangi bir mevzuda anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah'a ve Peygamber'e götürün"(4/59) âyeti, münakaşa konusu bir meselenin halledilmesinde Kur'an ve sünnetin hakemliğine müracaat edilmesini emreder. Sünnetin sahibi olan Rasûl-i Ekrem'e itaati emreden âyetlerin sayısı otuzdan fazladır.
Bu demektir ki, şer'î hükümlerin ana kaynağı Kur'anve hemen onun yanı başında olması gereken Sünnettir. Ashâb-ı kiramın kendi aralarında takip ettikleri eğitim programında bunu görmek mümkündür. Nitekim, Basralı muhaddis bir tabiî olan Ebû Nadre'nin (v. 108/726) şu müşahedesi bu noktaya ışık tutar:
"Rasûlullah'ın ashabı toplanıp biraraya geldikleri zaman ilim (hadis) müzakere ederler ve Kur'an'dan bir sûre okurlardı"
Şüphesiz, hadis metinlerinin sıhhatinin tesbitinde ve farklı rivayetlerin mahiyetinden kaynaklanan ihtilafın giderilmesinde prensip olarak Kur'ân-ı Kerîm'in hakemliğine müracaat edilir. "İhtilaf ettiğiniz her mevzuda hüküm Allah'a (Kur'an'a) aittir"âyeti bu noktaya ışık tutmalıdır. Zira o, hiçbir müdahale, tebdil ve tağyire maruz kalmadan, tevatür yoluyla nakledilmiş orijinal ilâhî metindir. Husûsen hicrî birinci asrın müslümanlarının ciddi gayret ve teşebbüsleriyle Allah'ın muhafaza ettiği noksansız yegâne kaynak odur.
Aslında. Rasûlullah'a (s.a) aidiyeti kesin olarak tesbit edilen bir hadisin son tahlilde Kur'an ile tezat halinde olması mümkün değildir. Kur'an'a rağmen, yani onun esaslarına muhalif düşecek şekilde sünnetin bir beyanda bulunması veya bir hüküm koyması düşünülemez. Ne var ki, Kur'an-sünnet münasebetinde dikkat edilmesi gereken husus, ilâhî muradın ve nebevi maksadın tam olarak tesbit edilerek ortaya konulmasıdır.
Hz. Ömer'in, Kur'an'ın müteşâbih âyetleri karşısında takip edilecek yolun mahiyeti konusunda yaptığı şu uyarı bu zeminde düşünülmelidir:
"Sizinle, Kur'an'ın müteşâbihlerini tartışacak insanlar gelecektir. Onları sünnetlerle durdurun (ilzam edin). Zira sünnet ashabı (ehl-i hadis) Allah'ın kitabını daha iyi bilmektedirler".
Görünüşte aralarında zıtlık bulunan bazı âyet ve hadislerin, mâna ve maksatlarının keşfedilmesiyle birlikte onların problem olmaktan çıktıkları görülür. "Rasûlullah'tan sahih isnadla birbirine zıt iki hadis rivayet edildiğini bilmiyorum. Kim böyle iki hadis biliyorsa, getirsin de aralarını telif edeyim!" diyen hadis âlimi İbn Huzeyme'nin (v. 31 1/923) meydan okuyuşu bu yüzden anlamlı olmalıdır.
 
Prof. Dr. Zekeriya GÜLER