İKLİL
  İsrail'in Jeopolitiği
 



İsrail'in Jeopolitiği: Biblical ve modern
George FRİEDMAN / Stratfor

Jeopolitiğin kurucu prensibi olan coğrafya, ulusların nasıl davranacağının belirlenmesinde önemli bir rol oynar. Şayet yukarıdaki teori doğruysa bir ülkenin dış politikasında derin bir süreklilik olmalıdır. İsrail bu teori için bir laboratuardır çünkü İsrail iki kez tarih öncesi ve bir kez de modern olmak üzere üç farklı dönemde hemen hemen aynı yerde bulunmaktadır. Şayet jeopolitik doğruysa İsrail dış politikasının; politika yapıcılardan, teknolojiden ve komşuların kimliğinden bağımsız olarak önemli ortak özelliklere sahip olması gerekir. Dolayısıyla bu yazı yaklaşık İsrail dış politikasındaki yaklaşık üç bin yıldır süren ortak prensiplerin bir tartışmasıdır.
Kolaylık sağlanması için, İsrail terimini Joshua kitabında yer alan kronik bölge yayılmacılığından beri Levant’ta var olan İbrani ve Yahudi varlıklarını temsilen kullanacağız. Zira jeopolitik her zaman üç boyut üzerinde düşünmeyi gerektirir: İsrail’in iç politikası, İsrail’in etkileşimi ve İsrail’in sınırlarını paylaştığı yakın komşuları. İsrail’in etkileşimi kavramı ile İsrail’in sınırlarının ötesindeki büyük güçler ile ilişkilerini tanımlayacağız.
İsrail tarihte üç kez var oldu. Birinci ortaya çıkış Joshua liderliğindeki istila ile başladı, krallığın iki parçaya bölünmesi ve Judah krallığının Babillilerce fethini takiben M.Ö 6. yy ın başında Babil sürgünü ile sonuçlandı. İkinci ortaya çıkış Babillileri yenen Persliler tarafından M.Ö 540 yılında İsrail’in yeniden yaratılması ile başladı. Bu ikinci varoluşun doğası M.Ö.4.yy da Yunanlılar Pers imparatorluğunu yenip İsrail’i istila ettikten sonra değişti. M.Ö 1. yy’da Romalılar yeniden bölgeyi fethetti. İkinci varoluşta İsrail büyük emperyal güçlerin politikaları çerçevesinde küçük bir aktör olarak görüldü bu durum Yahudi vasal devletinin Romalılar tarafından tahrip edilmesine karar sürdü.
İsrail’in üçüncü varoluşu fetihten sonra farklı bölgelere dağılan Yahudilerden en azından bazılarının – diğer örneklerdeki gibi - toplanmasını takiben 1948 yılında başladı. İsrail’in kuruluşu, İngiliz imparatorluğunun gerilemesi ve yıkılışı bağlamında gerçekleşti. Bu yüzden kuruluşunun en azından kısmen İngiliz emperyal tarihinin bir parçası olarak anlaşılması zorunludur.
Modern tarihinin ilk 50 yılı boyunca İsrail, ABD ile Sovyetlerin karşı karşıya gelmesinde pivot bir rol oynadı ve bazı durumlarda bu iki ülkenin dinamiklerine rehin oldu. Diğer bir deyişle ilk iki varoluşu gibi üçüncü varoluşu da İsrail’i sürekli olarak bağımsızlık, içsel gerilimler ve emperyal hırslar arasında çabalarken bulur.
İsrail’in Coğrafyası ve Sınırları
En güçlü dönemi olan Kral David (Hz. Davud A.S.) zamanında İsrail, Şam’ı da içine alarak, Sina’dan Fırat’a kadar genişledi. İsrail bugün Hayfanın bulunduğu bölgeden başlayıp güneye Yafa’ya (Ç.N: Tel Aviv’in güneyinde yer alan ve dünyanı nen eski liman şehri olduğuna inanılan şehir. Filistin’in kültürel kalbi olarak kabul ediliyor) uzanan, bugünkü Tel Aviv’in tam kuzeyi olan sahil bölgesinin bir kısmını, ancak göreceli olarak küçük bir parçasını işgal etmişti. Sahil bölgesi, kuzeye doğru Finikelilerin ve güneye doğru Filistinlilerin hakimiyetindeydi. Bu bilgi İsrail’in yüzölçümü ve biçiminin zaman geçtikçe nasıl değiştiğini anlamak için gereklidir. Örneğin Hasmoenlerin (Hasmoenler Eski Judah’ta otonom bir Yahudi devleti olan Hasmoen Krallığını yönetmişlerdir. Krallık Judah krallığının Neo Babil imparatorluğu tarafından yok edilmesinden sonra bağımsızlığını sürdüren tek Yahudi devleti olmuştur.) yönetimi altındayken Judah Negev’i içermiyordu ama Golan’ı içeriyordu. İsrail’in genel yerleşim alanı bellidir ancak İsrail asla kesin sınırlara sahip olmamıştır.
Bu yüzden belki de nerelerin asla İsrail’in parçası olmadığı ile başlamak daha iyidir. İsrail asla Sina yarımadasını içermemiştir. Sahil şeridi boyunca kuzeyde hiçbir zaman bugünkü Lübnan’daki Litani nehrinden daha uzağa yayılmamıştır. David’in aşırı yayılmacılığı ve kuzeye doğru oldukça zayıf kontrolü dışında İsrail toprakları asla Şam’a kadar genişlememiştir, buna karşın sık sık Golan tepelerine hakim olmuştur. İsrail pek çok kez Ürdün Nehrinin her iki yanına yayılmıştır ancak asla Ürdün çölünün derinliklerine yayılmamıştır. İsrail hiçbir zaman güneydoğuya, Arap yarımadasının içine doğru genişlememiştir.
İsrail genelde üç parçadan oluşmuştur. İlk olarak İsrail her zaman Hermon dağının eteklerinden güneye doğru Kudüs’e yayılan kuzey tepe bölgesine sahip olmuştur. İkinci olarak her zaman bugünkü Tel Aviv’in kuzeyinden Hayfa’ya yayılan sahil düzlüklerinin birazına da sahip olmuştur. Üçüncü olarak da Kudüs ile Ürdün nehri arasındaki bugün Batı Şeria (West Bank) olan bölgeyi elinde bulundurmuştur. Bazen Sina ile Tel Aviv arasındaki sahil bölgesini de içeren Negev çölünün tamamını veya bir kısmını kontrol etmiştir. İsrail tarihteki çeşitli zamanlarda bundan daha büyük ve bazen de daha küçük olmuş olabilir ama normalde bu üç bölgenin tamamını veya bir kısmını hakimiyeti altında tutmuştur.
İsrail üç yönden iyi korunmuştur. Sina çölü onu Mısırlılara karşı korur. Genelde Sina Mısırlılar için çok az cazibeye sahip olmuştur. Doğu Sina’ya kuvvet yerleştirmenin zorluğu onlar için - özellikle de uzun süreli kuvvet yerleştirmek bakımından - ciddi bir lojistik problem oluşturmuştur. Şayet Mısır, kuvvetlerini çok daha hazır halde tutabileceği kuzeydeki sahil düzlüklerine Sina üzerinden hızla kaydıramazsa, Sina’ya kuvvet yerleştirmek hem zordur hem de cazip değildir. Bu yüzden İsrail, Mısır’ın sahildeki düzlüklere yapacağı bir saldırıda başarı kazanmasına neden olacak kadar zayıflamadıkça ya da Mısır dışsal bir emperyal güç tarafından yönlendirilmedikçe, güneybatısından bir tehdit ile karşılaşmayacaktır.
İsrail benzer bir biçimde güneydoğusundan da korunmaktadır. Eylat – Akabe’nin güneydoğusundaki çöller geçilmezdir. Küçük grupların baskınları mümkün olsa da hiçbir büyük kuvvet bu yönden yaklaşamaz. Arap yarımadasının kabileleri, şayet diğer güçler ile ittifak etmez ve birleşmezlerse, İsrail’e ulaşabilecek ya da tehdit sergileyebilecek güce sahip değillerdir. Hatta o zaman bile İsrail’e güneydoğusundan erişmek onlar için olası değildir. Negev çölü bu yönü güvenceye almaktadır.
Doğu tarafından yapılabilecek saldırılarda da İsrail, Ürdün nehrinin yaklaşık 20 – 30 km doğusundan başlayan Çöl tarafından benzer biçimde güvence altına alınmıştır. Ürdün sınırının doğusunda yerli güçler olsa da bunların sayısı Ürdün’ün batısına planlı bir şekilde geçmek için yetersizdir. Aslında normal model şudur; İsrail Judea ve Samaria’yı (bugünkü Batı Şeria) kontrol ettiği sürece Ürdün nehrinin doğu yakası, bazen doğrudan yerleşim bazen dolaylı politik etki, ekonomik yada sosyal nüfuz kanalıyla, arada sırada askeri olarak ve sürekli biçimde politik olarak İsrail’in hakimiyeti altındadır.
İsrail’in kırılganlığı kuzeydedir. Finike ile onun halefi olan varlıklar (bugünün Lübnan’ı) arasında kuzeye doğru hiçbir doğal engel yoktur. İsrail için kuzeydeki en iyi savunma hattı Litani nehridir. Ancak bu her şart altında geçilmesi imkansız bir sınır değildir. Yine de İsrail’in kuzey sahili boyunca olan bölge ciddi bir tehdit teşkil etmiyor. Sahil bölgesi Akdeniz havzasındaki ticaret yoluyla zenginleşiyor. Burası doğuya ve denize doğru olan ticaret rotalarına yönelmiştir, güneye değil.
Bu bölge bahsedilen ticaret rotalarını koruyor ve ticareti sekteye uğratabilecek bir çatışmanın çıkmasını istemiyor. Bu bölge çoğunlukla İsrail’in yolunun dışında kalacaktır.
Dahası ticari bir bölge olarak bu bölge genelde varlıklı bir bölgedir. Bu bölgenin çevresindeki yırtıcıların sayısını ve bölge içindeki sosyal çatışmaları artıran bir faktördür. Burası istikrarsızlığa eğilimli bir bölgedir. İsrail bu yırtıcılardan biri olarak ticari sebepler ile, etkisini sık sık kuzeye doğru genişletmeye çalışıyor ve bu durum İsrail’in bölgesel politikalarına engel olabilir. Ancak bu kendinden oluşan problemi saymazsak, doğal sınırların yokluğuna ve var olan büyük nüfusa rağmen İsrail’e kuzeyden gelecek tehdit minimaldir. Bazen kuzeyden gelen uyuşmazlıkların yayılması varsa da bu İsrail’deki rejimin hayatta kalmasını tehdit edebilecek bir derecede değildir.
Sürekli olarak tehdit oluşturan komşu Kuzeydoğuda bulunmaktadır. Suriye - yada daha net olarak söyleme gerekirse tarihin herhangi bir döneminde Şam tarafından yönetilen yoğun nüfuslu ve çoğunlukla denize doğrudan çıkışı olmayan bir bölge. Bu bölge, o yüzden, genellikle yoksuldur. Bölgenin kuzeyi, Küçük Asya, yoğun biçimde dağlıktır. Suriye büyük çabalar göstermedikçe gücünü kuzeye yansıtamaz ancak küçük Asya’daki güçler güneye ilerleyebilir. Suriye’nin doğu cephesi Fırat’a kadar yayılan bir çöl tarafından korunmuştur. Bu yüzden Kuzeyden bir tehdit olmadığı zaman Suriye’nin çıkarı – kendini içsel olarak güvenceye aldıktan sonra- denize erişim elde etmektir. Suriye’nin önceliği doğrudan batıya, yoğun ticaret yaptığı kuzey Doğu Akdeniz (Levant) kıyılarının zengin şehirlerine doğrudur. Bir alternatif ilgi alanı, İsrail tarafından kontrol edilen Güneydoğu Akdeniz (Levant) kıyıları, güneybatıya doğrudur.
Görüleceği üzere Suriye İsrail ile sadece seçici biçimde ilgilenmektedir. Suriye ne zaman İsrail’e ilgi duymuşsa ciddi bir savaş problemine sahip olmuştur. İsrail’e saldırmak için Hermon dağı ile Galile denizi arasındaki yaklaşık 25 mil genişliğindeki bir bölgeye saldırılması gerekmektedir. Suriyeliler potansiyel olarak Galile denizinin güneyine yalnız eğer bu bölge boyunca savaşmaya hazırlanmış, genişletilmiş ikmal hatları üzerinden saldırabilirlerse saldırabilirler. Şayet ana rota boyunca bir saldırı gerçekleştirilirse Suriye güçleri Golan tepelerine konuşlanmalı ve sonra sahil düzlüklerine erişmeden önce tepelik Galile bölgesi yoluyla savaşmalıdır. Bazen Galile tepelerinde gerillalar ile savunma yapılmaktadır. Galile göreceli olarak savunmanın kolay ve saldırmanın zor olduğu bir bölgedir. Bu yüzden Suriye sadece Galile’yi ele geçirdiği ve kendi lojistik hatlarını gerilla saldırılarına karşı kontrol edebildiğinde gerçek savaş başlar.
Sahile erişmek yada Kudüs’e ilerlemek için Suriye, alçak tepelerin önündeki bir düzlük boyunca savaşmak zorundadır. Burası ulaştırma hatlarına yakın büyük İsrail güçlerinin genişlemiş ulaştırma hatları üzerinde dağılmış Suriye güçlerine karşı savunma yapabileceği nihai savaşın alanıdır. Bu düzlüğün bazen göndermeler de yapılan apokaliptik anlama sahip Megido yada Armagedon adındaki düzlük olması tesadüfi değildir. Bu Suriye’nin hangi hareketi yapacağına karar vereceği noktadır. Megidoya erişmek için yapılacak bir Suriye saldırısı sert bir savaş olacak olsa da Suriye’nin kuvvetlerini düzlüğe yerleştirmesi çok daha zor olacaktır.
Görünüşte İsrail stratejik derinliğe sahip değildir ancak bu sadece görünüşte doğrudur. İsrail güney komşularından sınırlı tehditlerle karşı karşıyadır. Doğusuna doğru İsrail yalnızca Ürdün’ün doğusunda insan yerleşimi olan dar bir şerit ile karşı karşıyadır. Kuzeye doğru denizci bir ticari varlık (Ç.N:Finike, Lübnan gibi yapılar kastediliyor.) vardır. Yalnızca Hermon dağı ile Galile hattı arasından ve geniş ulaştırma hatlarını aktif ederek harekete geçecek Suriye ile kolayca baş edilebilir.
Ç.N:Yazarın stratejik derinlik konusunda söylediklerine katılmak pek mümkün değil. Zire askeri teknolojideki ilerleme stratejik derinlik ve “coğrafi ada” kavramlarını oldukça aşındırmıştır. Gerek hava gücünün coğrafi engel tanımazlığı gerek füze teknolojilerindeki gelişmeler (nükleer, kimyasal ve biyolojik silahlardan bahsetmek bile istemem şahsen) bırakın İsrail gibi küçük bir ülkeyi bir kara adası olarak tanımlanan Hindistan ve Çin gibi büyük yüzölçümlü ülkelerin bile stratejik derinlik kavramını oldukça aşındırmıştır.
İsrail’e birden fazla yönden eşzamanlı olarak saldırı yapılması riski vardır. Yerleştirecekleri gücün miktarı ve aralarındaki koordinasyonun derecesine bağlı olarak bu İsrail için bir problem teşkil edebilir. Yinede, bu durumda dahi İsrail iç hatlarda savaşmanın muazzam avantajına sahiptir. Mısır ve Suriye dış hatlarda ve geniş biçimde ayrılmış cephelerde savaştıklarından güçlerini bir cepheden diğerine transfer etmekte devasa zorluklara sahip olacaktır. İsrail iyi bir ulaştırma hattı ile birbirine bağlandığı için birbirlerine yakın olan iç hatlarda kuvvetlerini bir cepheden diğerine hızla hareket ettirebilecektir. Bu durum sıralı bir savaşta İsrail’in düşmanlarını yenmesini sağlar. Şayet düşmanlar dikkatli bir biçimde koordine edilmemişse ve savaş eş zamanlı olarak başlatılmamışsa, düşmanları en azından bir cephede asker sayısında büyük üstünlük sağlamamışsa İsrail savaşı kendi istediği bir zamanda başlatabilir yada güçlerini cepheler arasında hızla hareket ettirebilir. İsrail saldıranların sahip olabileceği sayısal avantajı önemli ölçüde boşa çıkarabilir.
Ç.N:İsrail’e eş zamanlı Mısır - Suriye saldırısı konusunda hatırlanması gereken örnek Haçlı seferleri dönemi olsa gerektir. Kudüs Haçlı krallığına karşılık yürütülen mücadele de o dönem Büyük Selçuklu Sultanı olan Muhammed Tapar mücadele için Musul atabeyliğini görevlendirmiştir. Musul atabeyliğini yöneten Zengiler, Urfa(Urfa Haçlı kontluğunu hatırlayın) – Mardin (ABD askerlerinin Irak savaşı öncesi Türkiye’de konuşlanmak için Mardin’i seçtiklerini hatırlayın) üzerinden Halep merkezli olarak önce Şam sonrada tüm Suriye üzerinde tam denetim kurduktan sonra Mısır’a yönelmişler ve Suriye Selçuklularının büyük sultanı Nureddin Mahmud Zengi zamanında Mısır üzerinde de denetim kurmuşlardır. Kudüs merkezli haçlı varlığının Ortadoğu’dan silinmesi ancak bundan sonra mümkün olmuştur. Nitekim haçlıları Ortadoğudan tamamen çıkaran Memluklüler ve Sultan Baybars’ta tam tersine Mısır üzerinden hakimiyetini Suriye’ye genişletilmiş ve bundan sonra Kudüs merkezli haçlı varlığına tamamen son vermiştir. Bu süreçte Anadolu Selçuklularının İstanbul merkezli Bizans’ı Miryakefalon’da yenmesi ve Halep’i tehdit eden Antakya Haçlı kontluğunun ortadan kaldırılmış olması önemli satırbaşlarıdır. Muhtemelen Cemal Abdülnasır’da Mısır Suriye birliğini kurarken bu tarihsel örneklerin göz önüne almıştı. Yazarın haçlı seferleri jeopolitiğini incelememesi bu açıdan önemli bir eksikliktir. Ancak İsrail için hazırlandığı öne sürülen ve ABD’de Büyük Ortadoğu projesinin de başında bulunan ekipçe hazırlanan “net kırılma” isimli stratejik raporun Ortadoğu’ya ilişkin gelecek öngörülerinde önemli ölçüde haçlı seferleri dönemi jeopolitiğini göz önüne aldıkları anlaşılmakta. Nitekim Musul atabeyliğinin yerine bugün İsrail’e müttefik bir Kürdistan yerleştirilmesi ve Selçuklu/Abbasi hilafet merkezi Bağdat’ın durumu bu durumun önemli örnekleri olsa gerek. Yine Suriye’nin haçlı seferleri dönemindeki gibi üçe bölünmesi düşüncesi ve Haçlıların Trablusşam kontluğunun Doğu Akdeniz kıyılarındaki topraklarına İsrail’i rahatlatacak şekilde Maruni – Dürzi – Alevi devletlerinin kurulmasının öngörülmesi de tesadüf olmasa gerek.
Çok cepheli savaş probleminin başka bir yönü daha vardır. Mısır, kendi sahiline ve güneye, Nil’in kaynağına doğru bir yönelime sahip olduğu için genelde Levant (Doğu Akdeniz) boyunca küçük çıkarlara sahiptir. Mısır’ın Sina boyunca gidip kuzeye ve kuzey doğuya saldırması yayılmacı bir ruh halinin Mısır’a hakim olduğu nadir durumlarda gerçekleşir. İsrail coğrafyasına yerleşen Mısır güçlendiği ve sahil düzlüklerinden faydalandığı zaman Suriye’yi tehdit etmek için de yeterince güçlü olacaktır. Suriye’nin bakış açısından İsrail’den daha tehlikeli tek şey İsrail’i kontrol eden bir Mısır’dır. Bu yüzden İsrail’e yönelik koordineli bir kuzey güney saldırısı ihtimali düşüktür, saldırı nadiren koordinelidir ve genelde ölümcül bir darbe olacak şekilde hazırlanamamıştır. Böyle bir saldırı İsrail’in iç hatlarının stratejik avantajı ile yenilgiye uğratılabilir.
İSRAİL COĞRAFYASI VE BİRLEŞEN BÖLGE
Bu yüzden İsrail’in ilk döneminin yaklaşık beş yüzyıl sürmesi şaşırtıcı değildir. İlginç olan ve düşünülmesi gereken İsrail’in (kuzey krallığı olarak düşünün) neden önce Asurlular ve Judea sonrada Babilliler tarafından yenildiğidir. Bunu anlamak için İsrail’in coğrafi konumunu daha geniş bir açıdan düşünmemiz gerekir.
İsrail Akdeniz’in doğu kıyısında Levant’ın üzerinde konumlanmıştır. Tarih boyunca gördüğümüz üzere İsrail ne zaman güçlü olursa Levant’ta dominant güç olma eğiliminde olacaktır. Bu yüzden İsrail’in kaynakları, kaynakların çok azı deniz savaşı için ayrılarak, genellikle kara savaşı için ayrılmalıdır. İsrail genelde mükemmel limanlara ve gemi inşası için gerekli ağaca sahip olmasına rağmen asla önemli bir Akdeniz deniz gücü olmamıştır. Asla gücünü denize yansıtmamıştır. İsrail’in kuzeyine doğru olan bölge her zaman denizci bir güç olmuşsa da Hermon dağının güneyindeki bölge her zaman kara gücü olmaya zorlanmıştır.
Genelde Levant’ın ve özelde İsrail’in büyük güçler açısından her zaman bir çekim gücü olmuştur. Hiçbir Akdeniz imparatorluğu Levant’ı kontrol etmeden tam olarak güvencede olamaz. İster Roma ister Kartaca olsun Akdeniz’in hem güney hem de kuzey kıyıları kontrol etmek isteyen bir Akdeniz imparatorluğunun Levant’ın doğu düzlüklerini kontrol etmeye ihtiyacı vardır. Levant’a hakim olmayan bir Akdeniz gücü diğer kıyıyı kontrol için bütünü ile deniz hatlarına bağımlı olacaktır. Askerleri yalnızca deniz hattı ile taşımak ulaştırma sınırlamaları ve lojistik problemler yaratır. Bu ayrıca imparatorluğun ulaştırma hatlarını bazen yalnızca korsanlarda gelecek müdahalelere karşı bile zayıf bırakır. Bu (korsan saldırısı) Roma deniz taşımacılığının muzdarip olduğu bir problemdi. Kolaylıkla savunulabilecek bir kara köprüsü yada minimum su geçişine sahip bir kara köprüsü büyük miktarda askerin denize nakli için hayati bir katkı sağlar. Helenle’in sahil rotasını güney Türkiye boyunca geçip Levant’a aşağı Akdeniz’in güney kıyılarını boylu boyunca geçmeleri böyle bir alternatif sağlamıştı.
Kaygı duyulması gereken ilave bir durum daha vardır. Şayet bir Akdeniz imparatorluğu Levant’ı işgal etmezse doğudan gelen bir büyük gücün Levant limanlarını ele geçirmesi olasılığına kapı açar ve bu durum Akdeniz gücünün deniz üstünlüğü tehdit eder. Kısacası Levant’ın kontrolü doğudan gelebilecek bir tehditkar gücün Akdeniz’e girme fırsatını engellerken bir Akdeniz imparatorluğunu tamama erdirir. Levant’ı elde tutmak ve İsrail’i kontrol etmek bir Akdeniz imparatorluğu için gerekli bir önleyici önlemdir.
İsrail ayrıca ister Fırat - Dicle ister Pers kökenli olsun İsrail’in doğusunda bulunan herhangi bir imparatorluk içinde önemlidir. Onlardan herhangi biri için güvenlik yalnızca Levant’ta bir köprübaşına sahip olunduğunda garanti edilebilir. İskender yönetimindeki Makedonya’nın fetihleri, herhangi bir batılı gücün Levant ve Türk limanlarını kontrol etmesinin Doğuya, Hindikuş Dağları ve ötesine yönelik askeri operasyonlarına destek olacağını göstermektedir. Türk limanları belki (doğu gücü için batıya batı gücü için doğuya yönelik) askeri operasyonları desteklemek ve Boğazları kolayca güvence altına almak için yeterlidir ancak yinede güney düzlükleri tehlikelere açık kalmaktadır. Bu yüzden bir doğu gücü Levant’ı tutarak kendisini Akdeniz güçlerinden gelecek saldırılara karşı korumaktadır.
Levant ayrıca İsrail’in kuzeyi ve güneyi orijinli herhangi bir imparatorluk içinde önemlidir. Şayet Mısır Nil ve Kuzey Afrika’nın doğusunun ötesine hareket etmeye karar verirse ilk olarak Sina boyunca hareket edecek, sonra kuzeye doğru sahil düzlükleri boyunca hareket edecek ve Mısır’ın deniz hatlarını güvenceye alacaktır. Osmanlı İmparatorluğu gibi Küçük Asya (Anadolu) devletleri ne zaman kuvvet kazanmışlarsa, Doğu Akdeniz’i kontrol amacıyla güneye doğru hareket etmek yönünde doğal bir eğilime sahip olmuşlardır. Levant kıtaların kesişme noktasıdır ve İsrail birçok emperyal hırsın yolu üzerinde bulunmaktadır.
Bu sebeple İsrail’in elinde bulundurduğu bölge Doğu yarıkürenin birleşim bölgesi olarak tanımlanabilir. Akdeniz’de başat hale gelmek ya da Doğuya doğru genişlemek isteyen bir Avrupa gücü, Hindikuş ile Akdeniz arasındaki boşlukta egemen olmaya uğraşan bir doğu gücü, doğuya doğru ilerleyen bir Kuzey Afrika gücü yada güneye doğru ilerleyen bir Kuzey (Anadolu) gücü; Hepsi Akdeniz’in doğu kıyısında ve dolayısıyla İsrail’de mecburen birleşmektedir. Bunların içinde Avrupalı ve Doğulu güçler İsrail ile en çok ilgilenen olmak zorundadır. Bu iki gücünde İsrail’i bir çıpa olarak güvenceye almak için başka bir seçeneği yoktur.
İÇSEL JEOPOLİTİK
İsrail coğrafi olarak geleneksel olarak üç farklı tip insan üreten üç farklı bölgeye bölünmüştür. İsrail’in sahil düzlükleri ticaret yapılır, bu bölgeler deniz ve doğu ticaret rotaları arasında bir bağlantı noktası olarak işlev görür. Buralar tüccarların ve üreticilerin evidir. Buraların insanları Finike yada Lübnan kadar kosmopolitan olmasalar da İsrail’e göre kosmopolitandırlar. Kuzeydoğusu tepeliktir ve litani nehrinin kuzeyindeki yönetimsiz bölgeye ve Suriye tehdidine en yakın bölgedir. Halkı çiftçi ve savaşçıdır. Kudüs’ün güneyindeki bölge zor çöl bölgesidir, başka herhangi bir şeyden çok çobanlar/sürü sahipleri ve savaşçılara uygundur. Kudüs bu üç bölgenin dengelendiği ve yönetildiği bölgedir.
İsrail’in coğrafyası ve sakinlerinde, özellikle güney çöllerinin çobanları/sürü sahipleri ile kuzey tepelerinin yerleşimcileri arasında, açık ve derin farklılıklar bulunmaktadır. Sahilde yerleşenler zengindir, diğerlerine göre savaşı daha az severler istikrardan hoşlanır ve maddi çıkarlarını takip ederler. İsrail ve Judea arasındaki orijinal krallığın bölümünde biz, Kudüs çöl sakinlerinin elindeyken sahilin Galile ile ittifakını gördük. Bölünmenin sonucu olarak en sonunda İsrail kuzeyde Assyrians tarafından kuzeydoğu yönünden fethedilirken Babil Krallığı Judea’yı yutmayı başardı.
İsrail’deki sosyal bölünmeler coğrafi hatlar üzerinden açıkça takip edilemez. Yinede zaman geçtikçe bu bölünmeler kendilerini göstermektedir. Örneğin sahil düzlükleri doğal olarak ülkenin geri kalanından daha kozmopolitandır. Sahil bölgesinin yerleşimcilerinin çıkarları kırsal bölgelerdekilerdense Akdeniz ve Dünyanın geri kalanındaki ticaret partnerleri ile ilişki içindedirler. Onların yaşam standartları daha yüksektir ve onların geleneklerine bağlılıkları daha azdır. Bu yüzden onların öncelikli çıkarları ile çok daha tehlikeye açık ve savaş sever yaşamlar yaşayan Galile’lilerinki arasında doğal bir gerilim vardır. Ülkeler ufak tefek konular üzerinde fikir ayrılıklarına düşebilirler ve İsrail ne zaman bölünmüşse bölgesel tehditlere karşı çok daha kırılgan olmaktadır.
Hatta coğrafi nedenlerle bölgesel tehditlerin tahmin edilenden daha az tehlikeli olabileceğini belirtebiliriz. Bu etki ile İsrail üstün gelebilir, demografik olarak komşularından daha az nüfusa sahip olması İsrail’in kendini korumak için birçok yönden yeterli coğrafi engellere sahip olmasından daha az önemlidir. Komşularının ortak bir saldırı yürütebilme ihtimali minimal ve böyle bir saldırı gerçekleştirme arzusu da oldukça azdır. Eğer İsrailliler burada bir cephe oluştururlarsa İsrail’e kuzeydoğudan gelebilecek tek tehlike kolayca önlenebilir. Bu nedenle İsrail ancak ne zaman büyük bir içsel bölünme yaşarsa ancak o zaman Şam merkezli bir güç tarafından istila edilebilir.
Engeller hakkındaki tartışmamıza bir konuyu eklemek önemlidir: Diplomasi. İsrail’in başlıca komşuları Mısırlılar, Suriyeliler ve Ürdün’ün doğu yakasında yaşayanlardır. Bu son grup demografik açıdan ihmal edilebilir bir güçtür ve Suriye ile Mısır’ın çıkarları büyük ölçüde farklıdır. Mısır’ın çıkarları topraklarının güney ve batısındadır; Sina’nın çekiciliği bulunmamaktadır. Suriye sürekli olarak birçok yönden tehditlere maruz kalmaktadır ve Mısırlılar ile ittifak güvenliğine çok az katkı yapacaktır. Bu sebeple İsrail açısından baktığımızda en kötü koşullar altında Mısır ve Suriye’nin birbirine destek olması çok zordur. En iyi koşullar altında ise İsrail Mısır ile politik bir uyuma ulaşabilir, güneybatı sınırını politik ve dahası coğrafi olarak güvenceye alabilir ve böylece özgürleşen/serbest kalan İsrail kuzeyindeki tehditlere ve fırsatlara konsantre olacaktır.
İsrail ve Büyük Güçler
İsrail’e tehdit, İsraillilerin içsel olarak bölünmüş olduğu zamanlar haricinde, nadiren bölgeden gelir. İsrail’in fethi coğrafi olarak yakınında olmayan güçlerin imparatorluklarını kurmaya başladığı zamanlarda meydana gelir. Babil, Pers, Makedonya, Roma, Türkiye ve Britanya imparatorluklarının hepsi politik olarak İsrail’i bazen iyi bazen kötü biçimde idare ettiler. Her biri askeri olarak İsrail’i kontrol ettiler ancak onların hiçbiri İsrail’in komşusu değildi. Bu sürekli bir örnektir. İsrail komşularına direnebilir tehlike daha uzak güçler emperyal oyunlar oynamaya başladığında artmaktadır. İmparatorluklar İsrail’in direnemeyeceği büyüklükteki güçleri seferber edebilirler.
Bu sebeple İsrail şöyle bir soruna sahip. Şayet çıkarlarını kendini komşularından korumakla sınırlarsa güvencede olacaktır ancak coğrafi konumu sürekli olarak daha büyük ve uzaktaki güçleri İsrail’e doğru çektiği için çıkarlarını sadece kendi ihtiyaçlarına göre sınırlayamaz. Bu nedenle İsrail’in ordusu yalnızca öncelikli çıkarlara odaklanabilirken diplomatik çıkarları çok daha ilerilere bakmayı gerektirir. İsrail sürekli olarak küresel çıkarlar ile iç içedir, büyük küresel güçler ile ittifak yapmak ve onların çıkarlarının yönünü değiştirmek için uğraşır. Bu diplomaside başarısız olursa sonuçları felaket olabilir.
İsrail üç farklı şekilde var olabilir. İlk olarak İsrail tamamıyla bağımsız bir devlet olabilir. Bu durum hiçbir dış emperyal gücün bölgede bulunmadığı zamanlarda olur. Biz bunu David (Davut) modeli olarak isimlendirebiliriz. İkinci olarak İsrail bir emperyal sistemin, ya bir ikincil müttefiki ya orta ölçekli otonom bir varlık parçası (vassal devlet) yada bir eyaleti olarak yaşayabilir. Her halükarda varlığını sürdürür ama dış politikada ve muhtemelen iç politikada bağımsız manevralar yapma için gereken alanı/boşluğu kaybeder. Biz bunu, onun en yararlı biçimi olan, Pers modeli olarak isimlendirebiliriz. Son olarak da İsrail, kitlesel sürgünler ve göçlerle otonomisinin tamamen kaybı ve kalan çok az kişinin ikamet etme hakkı ile, tamamı ile yok edilebilir. Biz bunu Babil modeli olarak isimlendirebiliriz.
Davidik model öncelikle Levant’ı, ya doğrudan kuvvet göndererek yada yakın bölgedeki vekil müttefikini destekleyerek, kontrol etmek ihtiyacı duymayan dış emperyal güçlerin olmadığı durumlarda vardır. Pers modeli İsrail’in bir emperyal gücün dış politika çıkarları ile kendi yararına ittifak ettiğinde söz konusudur. Babil modeli ise İsrail güç dengesi hakkında yanlış hesaplar yaptığında ve yükselen bir hegemona direnmeye çalıştığında söz konusudur. İsrail’in tarihi süreçteki durumuna baktığımızda, İsrail’in bölge dışından gelen hegemon güçler ile karşılaşmadığı zamanların hiçte az olmasa da ancak bölge dışı hegemon güçler ile karşı karşıya geldiği zamanların çok daha fazla olduğunu görüyoruz.
İsrail’in ilk varoluş periyodu göz önüne alındığında Davidik modelin nadiren geçerli olduğunu söylemek biraz fazla olabilir ama David (Davud) zamandan beri Pers ve Babil modellerinin varyasyonları baskın olduğunu rahatlıkla söylenebilir. Sebep coğrafyadır. İsrail normalde stratejik pozisyonu sebebiyle dış güçlerin ilgi alanı içindedir. İsrail yerel tehditler ile etkili biçimde ilgilenebilmesine rağmen daha büyük tehditler ile baş edemez. Direnmek için gereken ekonomik ve askeri ağırlıktan yoksundur. Bu yüzden İsrail ya daha büyük güçlerin tehditlerini yönetmekte yada bu tehditleri yönetemeyince çökmektedir.
ÇAĞDAŞ İSRAİL JEOPOLİTİĞİ
Şimdi o zaman biz Çağdaş İsrail’in varoluşuna dönelim. İsrail bir bölgesel büyük güç olan Osmanlı imparatorluğu ile Küresel güç Büyük Britanya arasındaki etkileşim’den yeniden yaratılmıştır. Genişleme süreci boyunca Osmanlı imparatorluğu Doğu Akdeniz’in hem kuzey hem de güney kıyılarında baskın güç olmaya çalışmıştır. Osmanlı’nın bir kolu Balkanlar üzerinden Orta Avrupa’ya doğru iken diğer kolu Mısır’a doğruydu. Bu durum kaçınılmaz olarak Osmanlı imparatorluğunun Levant’ı güvence altına almasını gerektirdi.
İngilizler Doğu Akdeniz’e Hindistan’a giden öncelikli deniz yolu olduğu için odaklandılar. Bu nedenle Cebelitarık ve Süveyş hayatiydi. Süveyş Doğu Akdeniz’deki düşman önemli bir deniz gücünün varlığı İngiliz çıkarlarına doğrudan bir tehdit teşkil ettiği için önemliydi. Osmanlı İmpratorluğunu 1. Dünya Savaşında yenmek ve onun arta kalan deniz gücünü yok etmek hayatiydi. İngilizler, Gelibolu’da görüldüğü gibi, Osmanlı imparatorluğunu temel güçle yenecek kaynaklara sahip değildi. İngilizler Osmanlı imparatorluğunu zayıflatmak için yerel güçler ile bir dizi ittifak yaptılar. Bunlardan birisi Arap Yarımadasındaki Bedevi kabileler ile yapılan ittifaktı. Diğer ittifak Türk karşıtı Araplar ile Pers körfezinden Levant’a kadar çıkarları için yapılan gizli anlaşmalardı. Üçüncüsü özellikle İsrail’in yeniden kurulması ile ilgilenen küresel Yahudi çıkarları ile yapılan ittifaktı. İngiltere’nin bu amacın gerçekleşmesinde çok az çıkarı vardı ancak bu tip tartışmaları Osmanlıları istikrarsızlaştırma sürecinin parçası olarak gördü.
Strateji çalıştı. Fransa ile yapılan bir anlaşma ile ( Ç.N: Sykes – Picot), Osmanlıların Suriye eyaleti kabaca Deniz ile Hermon Dağı arasından geçen bir hatla doğu batı ekseninde ikiye bölünüyordu. Kuzey parçası Fransa’ya veriliyor ve Lübnan ile Suriye olarak ikiye bölünüyordu. Güney parçası Britanya’ya veriliyor ve Filistin olarak isimlendiriliyordu. Arap yarımadasının kompleks siyaseti nedeni ile İngilizler bir grup Haşimi’ye bir ev bulmak zorunda kaldıkları için onları Ürdün nehrinin doğu yakasına yerleştirdiler ve bölgeyi onlara göre dizayn ettiler ayrıca bölgeyi tanımlamak için daha güzel bir isim istediklerinden bölgeyi Trans Ürdün olarak isimlendirdiler. Filistin ismi çok fazla geleneksel İsrail’i hatırlatıyordu.
Ne Siyonizmin ideolojik temelleri ve nede Yahudilerin 2. Dünya Savaşı öncesi ve sonrasındaki göçleri, kesinlikle önemli olmalarına rağmen, bizim buradaki konumuz değildir. Bu analizin amaçları için önemli olan iki şey vardır: İlki 2. Dünya savaşından ekonomik ve askeri olarak büyük zarar görmüş ve Filistin’de dahil küresel imparatorluğunu sürdüremeyecek şekilde çıktı. İkinci olarak 2. Dünya savaşından sonra ortaya çıkan iki küresel güç – ABD ve Sovyetler Birliği – bu süreçteki Yunan ve Türk meselelerinde (Yazar Yunanistandaki iç savaş ile Truman doktrini ve Marshall yardımına atıf yapıyor) görülebileceği gibi 2. Dünya savaşından sonra Doğu Akdeniz için yoğun bir mücadele içindeydiler. ABD ve Sovyetlerden hiçbirisi İngiliz imparatorluğunun hayatta kaldığını görmek istemiyordu, onların her biri Levant’a hakim olmak istiyordu ve onların hiçbiri Levant’ı almak için kesin/kati bir hareket yapmaya hazır değildi.
Hem ABD hem de Sovyetler Birliği İsrail’in yaratılmasını kendi güçlerini Levant’a sokmak için bir fırsat olarak gördüler. Sovyetler İsrail üzerinde ideoloji yoluyla bazı etkilere sahip olabileceğini düşündü. Amerikalılar İsrail’in kuruluşunda Amerikan Yahudilerine rol vererek bazı etkilere sahip olabileceklerini düşündüler. Onların hiçbiri 2. Dünya savaşından sonra dengelerini tam olarak bulamadıklarından meseleyi net ve açıkça düşünmüyordu. Her ikisi de Levant’ın önemli olduğunu biliyordu ama hiçbirisi Levant’ı o tarihte merkezi bir mücadele sahası olarak görmedi. İsrail iki güç arasındaki bu çatlaklardan doğdu.
Yahudi birliği sorunu David Ben Gurion yönetiminin merhametsiz hareketi ile gerçekleştirilince İsrail onun yakın komşularının hepsinden kaynaklanan eş zamanlı bir tehdit ile karşılaştı. Yinede 1948’deki tehdit gerçek olmaktan ziyade görünüşteydi. Kuzey Levant, Lübnan temelde bölünmüştü, daha çok bölgesel deniz ticareti ile ilgilenmekteydi ve Şam tarafından kontrol edilmekten endişeliydi. Lübnan İsrail’e gerçek bir tehdit sergilemedi. Ürdün nehrinin doğu yakasına konumlanmış Ürdün bölgeye nakledilmiş bir dış güçtü ve İsrail’den ziyade yerli Araplar, Filistinliler, hakkında oldukça kaygılıydı. Ürdünlüler gizlice İsrail ile işbirliği yaptı. Mısır gerçek bir tehdit sergiledi ancak Sinayı geçmek için gereken ulaştırma hatlarını sürdürme yeteneği oldukça sınırlıydı ve onun İsrail’e saldırma ve yok etme ile ilgili gerçek çıkarları gerçek olmaktan ziyade retorikti. Normal olarak Mısırlılar Levant’ın içlerine hareket için gereken çabaların seviyesine güç yetiremedi. Suriye’nin kendisinin İsrail’in yenilmesinde gerçek bir çıkarı vardı ancak kati bir hareket yapacak yeteneği yoktu.
İsrail’in komşularının dış hatları etkili ve birlikte hareketi engelledi. İsrail’in iç hatları askeri kuvvetlerin verimli biçimde konumlanması ve nakline imkan tanıdı. O tarihte açık değildi ama geçmişe baktığımızda biz görebiliyoruz ki birkez İsrail var olmuşsa, birleşmişse ve hatta sınırlı bir askeri güce sahip olmuşsa hiçbir büyük güç onun varlığına karşı çıkmadıkça onun yaşaması garantidir.
Kuruluşundan yeniden Sina yarımadasını Mısır ile arasında bir tampon bölge haline getiren Camp David anlaşmasına kadar İsrail’in stratejik problemi şuydu: Mısır ordusu Sina’da olduğu sürece İsrail’in ulusal güvenliği kendi askeri yeteneklerini aşmasını gerektiriyordu. İsrail eş zamanlı olarak hem savaş alanında olup hem de sivil ekonomisini devam ettirmeyi ve savaş için gerekli olan bütün silahları ve malzemeyi üretmeyi başaramıyordu. İsrail, silahlanmasını kendi çıkarları açısından bir fırsat olarak gören büyük güçler ile ittifak yapmak zorundaydı.
İsrail’in ilk patronu, Doğu Akdeniz’de bir köprübaşı elde etmek için İsrail’i kullanma ümidi içinde 1948’den önce ve sonra Çekoslovakya kanalıyla ona silah sağlayan Sovyetler Birliğiydi. İsrail otonomisini kaybetme riskinin farkındaydı ve imparatorluklarını sürdürmek için mücadele eden düşüşteki güçler ile ilişki kurmak için harekete geçti. Cezayir’de tutunmak için çabalayan ve bu nedenle Araplar ile sürekli bir gerginlik içinde olan Fransa İsrail’i doğal bir müttefik olarak gördü. Ve 1956 yılındaki Süveyş’e yönelik operasyon dışında İsrail Fransa’yı İsrail’in otonomisini azaltamayacak konumda bir patron olarak gördü. Yinede Cezayir savaşının bitmesi ve Fransa’nın Arap dünyası ile yeniden müttefik olmasıyla birlikte İsrail Fransa için bir sorun haline geldi ve 1967’den sonra İsrail Fransız patronajını kaybetti.
İsrail 1967 sonrasına kadar Amerika’nın ciddi bir müttefiki olmadı. Böyle bir ittifak Amerika’nın çıkarınaydı. Birleşik devletler, stratejik bir zorunluluk olarak, Sovyet donanmasını Akdeniz’in dışında tutmak yada en azından Sovyetlerin Akdeniz’e sınırsız erişimini engellemek amacına sahipti. Bu Boğazları kontrol eden Türkiye’nin Amerikan bloku içinde tutulması gerektiği anlamına geliyordu. Suriye ve Irak 1950’ lerin sonunda politikaların değiştirdiler ve 1960 ların ortaları itibari ile Sovyetler tarafından silahlandırıldılar. Bu Türkiye’nin konumunu tehlikeye düşürdü: Eğer Suriye ile Irak güneyden baskı yaparken Sovyetler de kuzeyden baskı yaparsa en azından sonucun belirsiz olacağı söylenebilir. Küresel güç dengesi tehlikedeydi.
Birleşik devletler İran’ı Irak’ın dikkatini dağıtmak için kullandı. İsrail Suriye’nin dikkatini dağıtmakta İran’a denk biçimde faydalıydı. İsrail güneyden Suriye’yi tehdit ettiği sürece Suriye güçlerini kuzeye kaydıramazdı. Bu Türkiye’nin göreceli olarak düşük bir maliyet ve riskle güvence altına alınmasına yardım etti. Büyük bir gücün çıkarları ile ittifak ettiği için İsrail manevra alanını birazını kaybetti: Örneğin 1973’de Birleşik Devletler tarafından Mısır’a yapabilecekleri konusunda sınırlandı. Ancak bu sınırlamalar dışında İsrail, İç işlerinde otonom ve stratejik çıkarlarını takip etmekte genel olarak özgür kaldı.
Mısır ile düşmanlığın sonunda Sina tampon bölgesi ile İsrail’in güvenliği garanti edildi ve İsrail için yeni bir çağ yaratıldı. Mısır’a geleneksel pozisyonu restore ettirildi, Ürdün Doğu Şeridinde marjinal bir güç, Lübnan onun normal, istikrarsız halinde ve yalnızca Suriye bir tehdittir. Yinede Suriye İsrail’in kolayca baş edebileceği bir tehdittir. Yalnızca Suriye’nin kendisi İsrail’in yaşamasını tehdit edemez.
Camp David’i (ironik bir isim) takiben İsrail onun Davidik modelinin bir miktar değişikliğe uğramış hali içindeydi. Hayatta kalması tehlikede değildi. Büyük, geniş düşman bir nüfus tarafından çevrelenmek ve Kuzey Levant’taki olayları yönetmek şeklindeki problemleri daha az – bunlar kolay sorunlar olmasa da, İsrail ulusal birliğini koruduğu sürece ulusun yaşamasına temel bir tehdit teşkil etmiyor - önemdedir. İsrail bütünleştiği zaman asla komşuları tarafından tehdit edilmemektedir. Coğrafya İsrail’i koruyor.
İsrail yalnızca şayet bir büyük güç Akdeniz çanağında egemen olmaya yada Afganistan ile Akdeniz arasındaki bölgeyi işgal etmeye uğraşırsa tehlikeye düşecektir. Sovyetlerin düşüşünden beri geçen kısa periyotta bu imkansızdı. Böyle bir macera için istekli ve arzulu hiçbir büyük güç yoktu. Ama 15 yıl yeni bir jenerasyon değildir ve İsrail tarihini yüzyıllar ile ölçmelidir.
Uluslar arası sistemin doğası denge aramak yönündedir. Dünyanın bugünkü öncelikli gerçeği Birleşik devletlerin büyük gücüdür. Bu nedenle Amerika Birleşik Devletleri İsrail lehine taleplerde bulunmaktadır. Buna karşın Birleşik Devletlerin çıkarlarını tehdit ettiği, kendi başlarına zayıf olan diğer büyük güçlerin ABD ye karşı koalisyonlar kurmak için çaba göstermeleri doğal bir gelişme olacaktır. Kaçınılmaz biçimde bu tür koalisyonlar kurulacaktır. Bu İsrail için bir sonraki tehlike noktası olacaktır.
Şayet küresel bir rekabet gerçekleşirse Birleşik Devletler İsrail’den İsrail’in çıkarlarına zararı olabilecek hoşa gitmeyen fedakarlıklar talep edebilir. Alternatif olarak büyük güçler Ürdün nehri vadisinin kontrolünü ele geçirebilir yada Suriye ile ittifak yapabilir, Lübnan’ın kontrolünü ele geçirebilir yada İsrail ile ittifak yapabilir. Akdeniz’in doğu kıyılarının tarihsel çekiciliği böyle bir gücün dikkatini çekecek ve Akdeniz üzerinde kontrolünü sağlama girişimlerine yol açacaktır yada güvenli bir Ortadoğu imparatorluğu yaratacaktır. Her iki durumda yada tartışılan diğer durumların bazıları da İsrail’in bir Babilsel bir felaket ile yüzleşmesini yada bir Pers yada Roma hükümranlığının bazı varyasyonlarına zorlanmasına gerektirecek bir çevre/durum/ortam yaratabilir.
İsrail için tehlike bir Filistin yükselişi değildir. Filistinlilerin tacizleri İsrail’in birlikteliğini sekteye uğratmadığı sürece üstesinden gelebileceği bir sorundur. Bu Ya Filistinlilere üstünlük kurarak ya da Filistin’i bir vassal devlet olarak sorununa indirgenmesinin garanti edilmesi ile başarılabilir. İsrail komşuları tarafından da tehdit edilemez. Hatta Suriye ve Mısır’ın birleşik bir saldırısı da tartışılan sebepler ile başarısız olacaktır. Tarihte’de görüldüğü gibi İsrail için gerçek tehdit içsel bölünme ve/veya bir büyük gücün İsrail’in coğrafi pozisyonunu ele geçirmek istemesi durumunda söz konusudur. Bu durumda İsrail’in direniş için organize etmesi gereken güç kapasitesinin ötesindedir. Bu ancak İsrail, çıkarları başka bir gücün sahil şeridine müdahalesini engellemeyi gerektiren bir patrona sahipse başarılabilir.
İsrail’in gerçekliği budur. İsrail küçük bir ülkedir ama bölge dışından yükselen tehditler ile başa çıkması gerekmektedir. İsrail yalnızca devasa kaynakları yöneten büyük güçler ile birlikte hareket ederse yaşayabilir. İsrail kaynakları karşılayamaz ve bu yüzden sürekli zekice davranmalıdır. Büyük güçlerle ittifakı sebebi ile İsrail’in göreceli olarak güvenli olduğu dönemler vardır ancak İsrail normalde küresel çatışma noktalarından biridir. Hiçbir ulus sonsuza değin zekice hareket edemez ve İsrail’in tarihi, bir büyük güçle beraber hareket etme halinin bazı biçimlerinin (Ç.N:Pers modeli) kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. Aslında şu sıralarda İsrail ABD ile çok sınırlı bir işbirliği yapma imkanına sahiptir ve bu nedenle oldukça bağımsızdır.
İsrail için Davidik bağımsızlığın sürdürülmesi zordur. İsrail’in stratejisi, Persliler ile yaptığı gibi, patronu ile zekice baş etmek, birlikte hareket ettiği büyük gücün üstesinden gelmek olmalıdır.(Ç.N:ABD’deki efsanevi Yahudi lobisi de zaten Patron ile zekice mücadele etmekten ve üstesinden gelmekten başka bir şey olmasa gerektir. Nitekim mesnevide bu konuda tavşanın Ormanlar Kralı Aslan’ı alt etmesine ilişkin çok güzel bir hikaye vardır) Ancak zekice davranmak bir jeopolitik konsept değildir. Zekice davranış sürekli değildir ve garantide edilmemiştir. Ve bu durum Kudüs’ün sürekli tekrarlanan krizidir.
Çeviri ve Notlar:Cem ŞENOL
Dr. George Friedman tanınmış bir özel istihbarat şirketi olan Stratejik Tahminler (Strategic Forecasting/Strattfor)’un kurucusu ve CEO’sudur. Ulusal güvenlik konularında Amerika’nın Gizli Savaşı (America’s Secret War) ve Savaşın Geleceği (The Future of War)’da dahil çok sayıda kitap ve makalenin yazarıdır.