İKLİL
  Helal Gıda 493
 

 

Tüketici Talebi Açısından Helâl Sertifika
 
"Uluslararası Helal Gıda Konferansı"nında Gıda Hareketi Genel Başkan Yardımcısı Orhan Demir'in yaptığı konuşma metni...
 
Tüketici talebi açısından helal sertifika 'hak'mıdır?
Küreselleşen ekonomik düzende, “tüketicinin korunması” her geçen gün daha çok önem kazanmaktadır. Güçlü ekonomik düzenin küresel aktörleri karşısında, tüketici sağlığı ve güvenliği, tüketicilerin ekonomik çıkarlarının korunması ve en önemlisi “huzurunun sağlanması”, mevcut koruma sistemlerine ilaveten yeni koruma mekanizmalarını zorunlu kılmaktadır.
 
Bu zorunluluğu oluşturan bir diğer etken; tüketicinin artan beklentilerinin karşılanması ve yıkıcı rekabet ortamında mal ve hizmet sunan aktörlerin buna uygun pozisyon almalarıdır.
                          
Bu temel tespitlerden hareketle; evrensel tüketici haklarından biri olan ve ekonominin globalleşmesi ile tüketicilere ait küresel haklardan daha fazla öne çıkan “bilgilenme (bilgi edinme) hakkı” kapsamında, “helâl sertifika” konusundaki tüketici talebi ve beklentisi, bu talebin uluslararası ve ulusal hukuka uygunluğu, tüketici beklentilerinin karşılanmasında ortaya çıka(rıla)n sorunlar ve çözüm önerileri irdelenecektir.
 
Bir evrensel tüketici hakkı sayılan “bilgilenme hakkı”, tüketilen gıda ile ilgili birçok unsuru kapsarken; onu tüketen kişilerin ruh ve beden sağlığına, dini inançlarına uygun olup olmadığı, çevre üzerindeki negatif etkilerine hatta insan neslinin geleceğini nasıl etkileyeceğine kadar geniş bir kapsama sahiptir. Tüketiciler ürün tercihlerinde en doğru kararı verebilmek için bu konudaki belirsizliğin giderilmesini talep etmektedirler. Ürünlerin hijyenik, güvenli, kaliteli, korumalı ve temiz olması gibi olmazsa olmaz kriterlerinin yanı sıra; dini inançlarının öngördüğü şartları taşıması da arzu edilmektedir. Bu sebeple, başta gıdalar olmak üzere mal ve hizmetlerin dini inançlara uygun olduğunu belirleyen bir belgelendirme sistemi talep edilmektedir.
 
Tüketicinin bu talebi, yani satın aldığı mal ve hizmetlerin; sağlık, çevre ve inanç açısından güvenilir ürünler olduğunu belgelenmesini istemesi bilgilenme hakkının bir gereğidir. Bu konuda, “gıda etiketi” bilgisinin eksiksiz ve anlaşılır olması, gıdaların sağlığa uygunluğu ve dini inançlarına aykırı düşmemesi tüketici açısından son derece önemlidir.
 
Tüketicinin ürünlerin ihtivasını etiketinde eksiksiz olarak görmesinin yanı sıra etikette noksansız olarak yer alan içeriğin menşeinin, mensubu olduğu dinin öngördüğü şartları taşıdığını güvenilir bir kurum ve/veya kuruluşça sertifikalandırılmasına yönelik büyük bir talep oluşmuştur. Bu talebi karşılamaya yönelik bazı çalışmalar başlatılmış ancak çalışmalar “laiklik” gibi alakasız bir gerekçeyle engellemeye çalışılmıştır.
 
Hâlbuki aynı çevreler on yıllardır ülkemizde de uygulanmakta olan ve Yahudi Cemaati’nin ürünlerini yalnızca “domuzdan arındırma” amaçlı (Musevi inancı açısından) “helal sertifikası çalışması olan “Koşher”e hiçbir itirazda bulunmamaktadırlar.
 
Koşher’e neden itiraz etmediler gibi bir iddianın sahibi değiliz. Tüketicilerin bu talepleri, Müslümanlar için nasıl bir hak ise Museviler içinde bir haktır ve bu hakkı kullanmalarından daha doğal bir sonuç söz konusu olamaz.
 
Hangi dine mensup olursa olsun tüketicilerin dini inançlarına uygun gıda talebi uluslar arası hukuk ve ulusal hukukla güvence altına alınmış bir “hak”tır. Asıl sorun, temel haklardan birinin kullanılmasına itiraz eden çevrelerin yaptığı insan hakları ihlalidir ki; bu yaklaşım ‘bir fikir özgürlüğünden öte insan haklarının kullanılmasının engellemesi suçunu’ içerir.
 
Helal talebini bir hak olarak görmeyip itiraz edenlerin düşünceleri şu şekilde özetlenebilir:
 
Bir:Helal sertifikası düzenlenmesi durumunda, idari yargıda iptal davası açılacağı belirtilmiş, ayrıca besinlerin üzerine ‘Helal Gıda’ gibi bir ibarenin yazılmasının Ticaret ve Rekabet Kanunu gibi özel yasaların amir hükümlerine aykırı”lık iddiası…
 
İki:Müslüman, Hıristiyan, Yahudi standardı diye bir standart olmaz. Yalnızca uygarlık ile ilgili standart olur. Bir ürünün hijyenik olup olmadığına ilişkin standart olur. Bu tür uyarıların olmasında fayda vardır. Ama bunu ‘Müslüman standardı’, ‘Helal Standardı’ şeklinde kodlamak çok yanlış. Bu, toplumu böler. Çünkü her dine ve inanca sahip olan insanların duyarlı oldukları bir takım konular vardır. Böylesi bir standart aynı zamanda bir insan hakları ihlali ve insan haklarına saygısızlıktır. Eğer İslam’a göre helal kavramı ele alınıyorsa, bunu laiklikle bağdaştırmak çok zordur. Bir işyerini din açısından sınıflandırdığınız ve diğer dinlere aynı imkânı tanımadığınız zaman, bunu laiklikle bağdaştıramazsınız” iddiası söz konusudur.
 
Üç:Türkiye Cumhuriyeti bir din devleti değildir. O nedenle, devletin herhangi bir organını, referansı din olan, yurttaşlarının büyük bir kısmının Müslüman olması nedeniyle, referansı İslamiyet olan bir kuralı topluma dayatması, günlük yaşamın içine bir yaşam tarzı olarak sokmaya çalışması, her şeyden önce yasalara ve Türkiye Cumhuriyeti’nin laik bir devlet olarak temel örgütlenmesini ve ilkelerini düzenleyen Anayasaya aykırıdır” iddiası
 
Eleştiriler özetlendiğinde, ‘helâl talebi’nin
a- Anayasaya,
b- Laiklik ilkelerine,
c- Ticaret ve Rekabet Kanunu hükümlerine,
d- İnsan haklarına aykırı olduğu iddia edilmektedir. Bu iddialar Çeşitli meslek örgütleri ve tüketici örgütleri tarafından dile getirilmektedir.
                           
Bu eleştiriler ciddiye alınıp kâmil manada irdelendiğinde; oldukça isabetsiz, ahlakî ve hukuki dayanaktan yoksun olduğu görünmektedir. Hatta uluslararası ve ulusal hukuk kuralları ile de kesinlikle bağdaşmamaktadır. Çünkü dini inançlara uygun besleyici açıdan yeterli ve güvenli gıda tüketimi, dünyadaki her bireyin temel hakkıdır. Ayrıca belli başlı bütün uluslararası insan hakları belgeleri; din, vicdan ve düşünce hürriyetini ve bunların açığa vurulmasını, yerine getirilmesini ve fiiliyata dökülmesini bir hak olarak şart koşmaktadır.
 
Biraz öncede ifade ettiğimiz üzere bu eleştirilerin “laiklik” ilkesi ile değil laikliğin bir din yahut başka inanç sahiplerine karşı bir baskı olarak kullanılmak istenmesinden kaynaklandığı açıkça görülecektir.
 
Dini inançlara uygun gıda talebinin engellenmesi veya dikkate alınmaması, Müslüman toplumunun işlevselliğine yönelik bir organizasyon bozukluğu oluşturma ve mideden başlayan ifsat hareketini sürdürme amacını taşımaktadır.
 
İnanç özgürlüğünün gayesi; dini ibadetlerle ilgili genel konularda hizmet verilmesinin önünü açmak, ibadet için gerekli özgürlüğün korunması sağlamak, inananların haklarını, onurunu ve bağımsızlığını korumak ve bunun sürdürülebilirliğini sağlamak için gerekli faaliyetlerin rahatça yapılmasını amaçlamak ise; bu bağlamda helal talebinin yasalara aykırı olduğundan bahsetmek, inanç özgürlüğünü tanımamak anlamına gelir.
 
Kaldı ki 27417/95 No’lu “Cha'are Shalom ve Tsedek – Fransa Davası” davasında AİHM’in, 2000 yılında verdiği kararında Kosher sistemine rağmen küçük bir grubun özel isteklerini reddeden Fransa’yı haksız bularak, farklı mezhep görüşlerinin isteklerinin bile karşılanmasını bir zorunluluk olarak gördüğünü ortaya koymuştur.
 
Dini inançlar, mensuplarının yiyecek ve içeceğin hangi şekilde hazırlanacağı, hangi şekilde saklanacağı ve hangilerinin tüketilip hangilerinin tüketilemeyeceğini belirli kurallara bağlamıştır. Bir dine inanan kimse inandığı dinin her türlü emir ve yasaklarından sorumludur ve bunu özgürce yerine getirir. Dolayısı ile tüketicilerin, tüketmek maksadıyla aldıkları mal ve hizmetlerin kendi dini inançlarına uygun olarak hazırlandığından emin olmaları, bu kuralların bir gereğidir.
 
Kaldı ki laiklik, din ve devlet işlerinin ayrı olduğu, devletin dini inançlara saygı duyduğu ve müdahalesinin söz konusu olmadığı bir kural olarak tarif edilir ise (ki doğrusu bu olmalıdır), çeşitli sivil toplum örgütlerinin dini inançlara uygun mal ve hizmet üretilmesine yönelik çalışmalar yapması, ayrıca tüketicilerin dini inançlarına uygun mal ve hizmet talep edip etmemesi konusunda, laik devletin karar veremeyeceği aşikârdır.
 
Laik devlet, bu talebin istismar edilmesini, kötüye kullanılmasını ve ticari bir sömürüye alet edilmemesinin hukuki ilkelerini ortaya koyar ve bu işleme imza atan kurum ve kuruluşları denetler konumda olmalıdır.
 
Bireyin bir dine girmesi, dini ve dinin gereklerini yerine getirmeyi kendi iradesi ile kabul ederek, bu dinin genel kurallarına uymanın taahhüdüdür. Bu bağlamda inanç sahibi olan kişi, özgür irade ile benimsenen bir din veya inancın bireysel veya toplumsal gereklerinin yerine getirilmesinde herhangi bir engelle karşılaşmamalıdır.
 
İnanan insanların dini kurallara uyması onların yaşam tarzını oluşturuyorsa; kamu iradesi de, bu talebin bir yaşam tarzının gereği olduğunu kabul etmek durumundadır. Yaşam tarzının bir gereği olan gıdanın dini inançlara uygunluğu ise inananlar açısından kaçınılmazdır.
 
Tüketici, genetiği ile oynanmış, içindeki katkı maddeleri nedeni ile insan sağlığına uygun olmayan menşei belirsiz katkılarla, denetimsiz atölyelerde kuralsızca üretilen gıdalarla karşı karşıyadır. Ve alternatif bulamamaktadır.
                           
Konu bu açıdan irdelendiğinde, Şüphesiz ki; helal sertifikasına yönelik bir çalışma; toplum sağlığını öncelemesi, genel hijyen kurallarını barındırması gibi kurallar açısından ileri derecede kamu yararı gözeten bir gayrettir. Bu çalışmanın engellenmesine yönelik adımlar, topluma sağlanacak faydanın engellenmesi olarak da değerlendirilebilir. Konu, “Hiçbir kamusal hizmet insan sağlığından üstün olamaz” kavramıyla irdelendiğinde, maddi ve manevi olarak insan sağlığını önceleyen bu çalışmanın hiçbir gerekçe ile reddedilemeyeceği ortaya çıkmaktadır.              
 
Konunun dinî boyutu bir yana gıda açısından irdelenen helal sertifikanın; gıdadaki sahtekarlığa ve gıdaya hile karıştırılmasına büyük bir önlem olduğu, konunun bir diğer gerçeğidir. Helal sertifika, gıda kaynaklı hastalıkların azalması, daha etkin bir kalite sağlama sisteminin kurulması, ürünün geri dönmesi ile ilgili kayıpların seyrelmesi durumlarının da aktif olarak uygulanmasını sağlayacaktır.
 
Burada kontrol yapısının kamu dışındaki diğer bir elamanı da, tüketici olacaktır. Kontrol, tüketicinin kendisinin tercihine bağlı olarak ortaya koyduğu satın alma veya almama kararı ile belirlenecektir.
 
Özelikle ülkemizde gıda güvenliğinden söz etmenin imkânsızlığı ortadadır. Yeterli ve gerçek bir denetimden de söz edilememektedir. Günümüzde tüketicilerin güvenli gıda ile ilgili bilgi edinme ihtiyaçları ve çabaları, kamu otoritesi tarafından sağlıklı bir şekilde verilmemektedir. Dolayısı ile bu çalışmalar sivil toplum örgütleri çatısı altında yapılmaktadır. Dini inançlara uygun ve güvenli gıdanın sürdürülebilirliği; sivil toplum örgütlerinin çabalarının hukuki zeminde örgütlenmesi ile gerekli yetki ve sorumluluğa sahip olmaları sonucunda daha etkin olacaktır.
                           
Sonuç olarak, gıda açısından ; maddeten temiz manen sakıncasız olan bu ve benzer taleplerin yerine getirilmesi için, gereken kolaylaştırıcı çalışmaları yapmak demokratik bir toplum olmanın gerekliliğidir. Çünkü bu talep, meşru bir hedefle orantılıdır. Ayrıca toplumun ihtiyacına cevap oluşturacak niteliktedir. Ve bu talep;
                       
Uluslar arası olarak; BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, BM Evrensel Tüketici Hakları Beyannamesi, Avrupa Konseyi Evrensel Tüketici Hakları, Birleşmiş Milletler 1. Kişisel, Siyasal Medeni Haklar Uluslararası Sözleşmesi, İKÖ İslâm’da İnsan Hak ve Hürriyetleri Beyannamesi, Uluslararası Gıda Kodeksi Komisyonunun kararları…
 
Ulusal olarak; T.C. Anayasası, Tüketici Hukuku, Gıda Kodeksi, Etiket Yönetmeliği, Sağlık ve Güvenliğin Korunması Hakkı, Bilgi Edinme ve Eğitilme Hakkı ve burada adını sayamayacağımız daha birçok yasal mevzuatın içeriğine uygundur .
 
Bugün burada temsilcisi olduğum Sağlık ve Gıda Güvenliği hareketi “maddeten temiz manen sakıncasız” tüketim ürünleri talep etmektedir ve bu amaçla çalışmalar yapmaktadır.
 
 
Orhan DEMİR / Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi Genel Başkan Yardımcısı