İKLİL
  İhtilaf Anlayışımız
 

 

HASAN EL-BENNA VE DERİN İHTİLAF ANLAYIŞI
 
 
                 Bu çağda İslami Hareketin önde gelen adamlarından İmam Hasan El-Benna kadar ihtilaf fıkhını tanımış, derinliğini ölçmüş ve dini cemaatler ile İslami Heyetler arasında birlikteliğin zorunluluğunu idrak ederek İslami çalışmalarda bulunan müslümanların saflarını birleştirmeye aşırı istek ve arzu duymuş hiçbir ıslahatçı görmedim.   
Onun daveti, Mısır’da ve diğer Arap ülkelerinde insanların çeşitli alanlarda fırka fırka bölünüp dağıldığı ve ihtilaf ettiği bir dönemde ortaya çıktı.
Siyasi alanda: Özellikle hilafetin yıkılışından ve ardından da bir çok bayrağın yükselişinden sonra ihtilaflar bu alanı kaplamıştır. İslam ümmetini akide bayrağı altında toplayacak bir gölgelik bulunamayıp, hilafet düşüncesini diriltmek veya başka bir ülkeye nakletmek için yapılan girişimler de başarısız olunca; birbirinden yüz çeviren,hatta birbirleriyle savaşan milli bayraklar ortaya çıktı.Bu bayraklar da -ittifak edilmesi mümkün olmayan hususlarda- ittifak eden siyasi partiler kurdu. Düşmanlar da insanları birbirine kırdırmak için bu partileri kullandı.
Düşünce alanında: Batılılaşma hareketi ortaya çıktı, hayrı ve şerriyle, tatlısıyla ve acısıyla bu medeniyete tabi olma çağrısı duyuldu. Bu çağrının sahipleri, batı medeniyetinin kapitalist-demokratik-liberal sistemini istiyorlardı.
Bunların karşısında,her ne kadar zamanımızda seslerini kısmış iseler de, sosyalist sola veya komünist sola çağıranlar vardı.
Diğer bir kesim ise medeniyetten tamamiyle uzaklaşmaya ve medeniyete açılan bütün nüfuz kapılarını kapatarak şerrinden kurtulmaya çağırıyordu.
Dini alanda: Herbirinin kendisine özgü bakış açısı olan birkaç çevre vardır:
a-Ezher çevresi: Dört fıkhi mezhebi ve alimlerin ictihad-taklid etrafındaki ihtilafları ile meydandaydı.
b-Sufiyye çevresi: Tarikatları şeyhleri ve mürdleriyle dini alanda yerini almıştı. Halktan birçok grubun arasına girmişti.
İslami cemaatler çevresi: Aynı şekilde bunlar da kendi aralarında gruplara bölünmüşlerdi. El-Cemiyyetü’ş-Şeriyyetü, Cemiyyetü Ensari’s Sünneti, Cemiyyetü Şübbani’l-Müslimin, Şebabü Muhammed (SAV)… vb.
Üstad Hasan El-Benna, İsmailiye şehrinde davetine başladığında dini cemaatler           -özellikle de selefi çevre ile sufi çevre- arasında ihtilafın uzun bir süreçten geçerek kökleşmiş olduğunu gördü.
Bu ihtilaflar mescidlere intikal etmiş ve namaz kılanlar da iki gruba ayrılmıştı. Birbirlerini kötülüyorlar ve birbirleri ardında namaz kılmıyorlardı.Tekfir derecesine varan karşılıklı ithamlarda bulunuyorlardı. Bu durum Şehid el-Benna’yı; mescidleri sert ihtilaflarıyla başbaşa bırakarak , -her ne kadar dini bağlılıkları eksik ve kusurlu da olsa- bu ihtilaflardan uzak diğer topluluklara yönelmeye itti. Bunlar, kulüp, kahvehane…vb. yerlerdeki insanlardı.
İmam El Benna, fikri ve dini ihtilaf meselelerini çözüme kavuşturmada derin bir hikmete sahipti.
O, ırkçılık, milliyetçilik..vb. beşeri düşünce sahiplerinin söylediklerinin tümünü reddetmiyor, aksine onları ayırıyor ve gruplandırıyordu. Sonra da bizzat İslam’dan alınmış dosdoğru bir kritere dayanarak bazı sözleri kabul ederken, diğer bazılarını reddediyordu.
“Da’vetuna (davetimiz)’’ risalesinde de açıkladığı üzere O, ırkçılık ve milliyetçiliğin İslam’la çelişmeyen yönlerini kabul ediyordu.
Dini ihtilaflara son derece dikkat ediyor ve yakından ilgileniyordu. Birden fazla
risalede bu meseleleri ele almış ve çözüme kavuşturmuştu.Bu amaçla İslami çalışmalarda bulunan cemaatlerin üzerinde biraraya gelip toplanabileceği en düşük sınırı ortaya koyan “yirmi          esas”ını oluşturmuştu. Safların toplanması ve birliktelik hedefiyle, tevessül, ibadetlere bağlılık… vb. bazı meseleler hakkında kesin söz söylemekten kaçınmıştı.
Buradan hareketle o,bütün dikkatini; insanları birbirinden uzaklaştıran , fırka fırka ayırarak parçalayan cüz’i(kısmi) meselelere değil,biraraya getiren ,birleştiren külli (genel) sorunlara yöneltmişti.                                                                                               
Bu aşamada şehid imam’ın dini ihtilafa karşı davetin konumu etrafında “Da’vetuna (davetimiz) risalesinde zikrettiklerini aktarmak faydalı olacaktır. Şimdi yazacaklarımız bu şahsın anlayışının derinliğine, basiretinin nuruna ve ilk zamanlardan itibaren yıkmaya değil yapmaya, dağıtmaya değil toplamaya olan aşırı istek ve hırsına delil teşkil eder.
“İfrat ve tefrit arasında İslami uyanış” adlı kitabımda bu sözlerinden bir parça alıntılamışım.Hatırlatma ve pekiştirme olsun diye tekrar etmenin hiçbir sakıncası yoktur.Allah ,üstad Hasan El-Benna’ya rahmet etsin. O diyor ki:      Sana şimdi dini ihtilaflar ve mezhebi görüşler karşısında davetimizin konumundan bahsedeceğim.
 
BİRLEŞTİRİRİZ PARÇALAMAYIZ
 
Allah senin anlayışını arttırsın, öncelikle bil ki; İhvanü’l Müslimin (Müslüman Kardeşler)’in daveti genele bir çağrı olup, özel bir gruba yöneltilmiş değildir. Bu çağrı dinin esasına ve özüne yöneliktir. Biz çalışmaların daha faydalı, üretimin daha büyük ve daha bol olması için bakış açılarının, azimlerin ve enerjilerin birleştirilmesini istiyoruz.
Müslüman Kardeşlerin çağrısı tertemiz bir çağrıdır.O, hakkın bulunduğu yerde hakla beraberdir.Birleştirmeyi ve ittifakı sever, topluluktan ayrı kalmayı hoş görmez.
Müslümanların en büyük kusurları, ayrılık ve anlaşmazlıktır. Kendisiyle zafer elde ettikleri esas ise sevgi ve vahdettir.
Bu ümmetin sonu da, başının ıslah olduğu şeyin dışında başka bir şeyle ıslah olmayacaktır. Bu, her müslüman kardeş için temel bir kural ve bilinen bir hedeftir .Ve yine bu düşünce nefislerimizde kökleşmiş olup, kendisinden neşet ettiğimiz ve kendisine çağırdığımız köklü bir akidedir.
 
ANLAŞMAZLIK KAÇINILMAZDIR
 
Bununla beraber biz, dinin tali meselelerinde ihtilafın kaçınılmaz olduğuna ve bir takım sebeplerden dolayı tali meseleler, görüşler ve mezheplerde birlik oluşturabilmenin imkansız olduğuna inanıyoruz. Bu sebeplerden bazıları şunlardır:
 
a- Akıllar, istinbat (içtihad) işlevinin gösterdiği anlamı idrak edip edememede, manaların derinliklerine inebilme ve hakikatleri birbiriyle ilişkilendirme hususlarında farklı farklıdır. Din ise, aklın -dilin kural ve sınırları içinde- tefsir ettiği ayetler, hadisler ve nasslardan oluşur. İnsanlar akıl ve görüşte farklı farklı seviyelerdedir. Bu yüzden ihtilaf kaçınılmazdır.
b- İlim genişliği ve darlığı da ihtilafı kaçınılmaz kılan sebeplerdendir. Birine ulaşmamış ilim, bir diğerine ulaşabileceği gibi, bunun tersi de olabilir. İmam Malik, Ebu Mansur’a şöyle demişti: “Sahabeler, şehir ve ülkelere dağıldılar. Böylece her toplulukta bir ilim oluştu. Eğer onları bir tek görüş üzerinde toplarsan fitne çıkar!”
c- Çevrelerin farklı oluşu: Çevrenin farklılık göstermesiyle orantılı olarak uygulama da farklılık gösterir. İmamŞafii, Irak’ta daha önceki görüşüyle fetva verirken Mısır’da yeni görüşüyle fetva veriyordu. O her iki fetvasında da hakkı araştırmış ve anlayabildiği kadarıyla fetvasını vermişti.
 d- Rivayet karşısında duyulan kalbi huzurun faarklılık göstermesi: Bir ravinin şu imam nezdinde güvenilir olduğunu, imamın nefsinin o raviyle sükunet bularak gelen rivayetini hoşnutlukla kabul ettiğini, öte yanda ise aynı ravinin başka bir imam nezdinde         -yalnızca o imamın bilebildiği bir sebepten dolayı- güvenilir olmadığını görürsün.
 e- Delillerin sınırlandırılmasında görülen farklılık: Bir imam delilleri sıralandırmada insanların amelini haber-i ahadın önüne alıp ona önem verirken, diğer imam böyle bir şey yapmayabilir…
 
TALİ MESELELER ÜZERİNDE İTTİFAK ZORDUR
 
Bütün bu sebepler bizi, dinin tali meseleleri üzerinde ittifakın, gerçekleşmesi imkansız bir istek olduğun inancına götürüyor. Zira böyle bir ittifak dinin tabiatı ile de çelişir. Allah bu dinin baki kalmasını ve çağlara uyum sağlamasınıdilemiştir. Bu yüzden dinin yapısı kolay, esnek, yumuşak ve hoşgörülü olup, sert ve donmuş değildir.
 
MUHALİFLERİMİZİ MAZUR GÖRÜRÜZ
 
Buna inanıyor ve bu yüzden bazı tali meselelerde, karşıt görüş sahiplerini mazur kabul ediyoruz. Kesinlikle, bu ihtilafların, kalplerin birbirine bağlanması ve karşılıklı sevgi ve hayırda yardımlaşılması önünde bir engel oluşturmadığına inanıyoruz. Kamil İslami Mananın, en kapsamlı tanımıyla bizleri de, onları da hududları içine aldığını düşünüyoruz. Bizler de onlar da müslüman değil miyiz? Onlar da biz de nefislerimizin huzur bulacağı bulacağı bir hüküm istemiyor muyuz? Kendi nefislerimiz için istediklerimizi kardeşlerimiz için de istemekle emrolunmadık mı? Öyleyse bu anlaşmazlık neden? Onların bizim görüşlerimiz üzerinde düşünmelerini istiyoruz da, biz niçin onların görüşleri üzerinde düşünmüyoruz? Ortada anlaşmaya çağıran bir sebep varken, biz arı ve sevgi dolu bir atmosferde niçin anlaşmıyoruz?
 
Sahabeler de farklı fetvalar veriyorlardı.
 
Bu, kalplerinde bir anlaşmazlığa sebep oldu mu? Vahdetlerini ve cemiyetlerini dağıttı mı? Allah’ım! Şahitsin ki hayır! Kureyza’daki ikindi namazı hadisi bizden pek uzak değil.
Nübüvvet dönemine en yakın ve hükümleri delilleriyle en iyi bilen insanlar oldukları halde sahabeler ihtilaf etmişlerse, bize ne oluyor ki, hiçbir tehlikesi olmayan basit-değersiz meselelerdeki ihtilaflar sebebiyle birbirimizin gırtlağına sarılmışız?...
Allah’ın kitabını ve Rasulünün sünnetini bizden daha iyi bilen alimler de ihtilaf etmişler ve birbirleriyle islami bir kriter çerçevesinde tartışmışlar ise, onların yaptığını biz niye yapmayalım? Yine ihtilaf, bir günde beş defa tekrarlanan ve hakkında nasslar, rivayetler bulunan ezan gibi en meşhur ve en açık bir meselede bile meydana gelirken, tamamıyla içtihada dönük olan nazik meselelerde nasıl meydana gelmesin ki?..
Sonra üzerinde düşünülmeye değer bir husus daha var: İnsanlar ihtilaf ettiklerinde “halife”ye giderlerdi. Halife de aralarında hükmeder ve anlaşmazlığı giderirdi. Bugün, halife nerededir? Durum böyleyken müslümanların önce bir halife aramaları daha uygun olmaz mı? Sonra da sorunlarını ona arzetmeleri. Herhangi bir müracaat mercii olmadıkça, meydana gelen ihtilaflar, müslümanları başka ihtilafların içine düşürmekten öte bir fonksiyon göstermeyecektir.
Müslüman kardeşler, bütün bu durumları bilmektedir .Bu yüzden, muhalifleriyle görüşleri en geniş ve en rahat olan insanlardır. Onlar, davette hak ve batıl şeylerin bulunduğunun idrakindedirler. Bunun için daima hakkı araştırırlar ve yalnız onu alırlar. Şefkat,  sevgi ve yumuşaklık içinde karşıt görüş sahiplerine kendi görüşlerini kabul ettirmeye çalışırlar. Karşıt görüştekiler ikna olmuşsa sorun yoktur.Yok eğer ikna olmamışlarsa, onlar kendilerinin din kardeşleridir. Allah’tan hepimiz için hidayet isteriz.
İşte bu, tali meselelerde muhaliflerine karşı Müslüman Kardeşler’in metodu ve çizgisidir. Sana şu şekilde özetleyebilirim: Müslüman Kardeşler ihtilafı caiz görürlerken, taassubu hoş görmezler. Onlar daima hakka ulaşmaya çalışırlar. Yumuşak, sevgi dolu, zarif bir üslupla da insanları hakka davet ederler.”
 
İman ettiğimiz ve insanları davet ettiğimiz “İslami ortacılık”ı temsil eden yöntem ve metod işte budur.
 
ALLAH HAKKI SÖYLER VE DOĞRU YOLA İLETİR. 


  Yusuf El-Kardavi