İKLİL
  genç ve ama kamusal bedenler
 
 




Rejimin politik-askeri genç-kamusal bedenleri  
BUGÜN artık modern-seküler-ulus-devletin aslında zannedildiği kadar seküler olmadığını, aksine kadim devletlerden bile daha fazla karanlık bir ilahiyatın içine battığını tespit etmek öyle çok da radikal bir siyaset sosyolojisi tahlili yapmak anlamına gelmiyor.
Zira ulus-devlet kendisini ilahiyatın en temel iki jesti üstünden yani takdis etme ve zelilleştirme jestleri üstünden mümkün kılıyor; halkın peşinden koşması beklenen karizmatik önder, onun söyledikleri, vaz ettikleri; vatan, bayrak, ulus ve devlet mutlak mukaddesler olarak tezahür ederlerken, kurucu menfi ‘ötekiler’ yani rejime muhalif olan ve olabilecek olan herkes melun, şeytan ve zelil olarak tavsif ediliyorlar. Dahası bayramlar, şenlikler, yas günleriyle ve bunlar dahilinde tatbik edilen ritüellerle dopdolu bir manzara ortaya çıkıyor. Dolayısıyla bu kadar çok dini unsurun ve teşkilatın olduğu yerde gerçekten de seküler bir siyasetin mevcut olduğunu iddia etmek, zevahiri kurtarmaya çabalayan inorganik sosyologlar açısından bile imkansız hale geldiği için ulus-devletin yeni ve farklı bir teokratik devlet tipi olduğunu tescil etmek mümkün.
Bu yüzden 19 Mayıs gibi içinde varolduğumuz siyasal ilahiyatın kendisini belki de en ‘müstehcen’ haliyle gözler önüne serdiği bir bayramı sosyolojik bir minvalde masaya yatırırken üzerinde durulması gereken asıl mesele, ulus-devletin nasıl da teokratik bir mahiyete sahip olduğunu ilan etmek değildir. Asıl mesele, siyasi ayinin nasıl olup da hem bedeni erotize etmeyi hem de onu militarize etmeyi aynı anda başardığı ya da başaramadığı halde bunun üzerini örtmeyi becerebildiğidir.
Egemenin doğum günü
Faşist İtalya’da, faşist Almanya’da ve faşist Japonya’da egemenlerin doğum günlerinde gençler son derece ritmik ve harmonik bir şekilde jimnastik hareketleri yapıyorlar, kutlamalara bu minvalde iştirak ediyorlardı. Tıpkı Türkiye’de Atatürk’ün ‘benim asıl doğum günüm budur’ dediği 19 Mayıs’larda gençlerin büyük stadyumlarda gayet militarist bir edayla jimnastik hareketleri yaptıkları gibi. Gençlerin böylesi bir aktiviteye mecbur edilmelerinin elbette ciddi bir anlamı vardı: Ulusun bedenlendiği yegane önderin doğum gününde kendi bedenleri üstünden boy gösteren, bu suretle anlam kazanan gençler önderle ve onun temsil ettiği ulusla çok rahat özdeşleşebilir hale geliyorlar, Stalinin de söyleyip durduğu gibi rejimin istikbalini muhafaza ve müdafaa edecek askerlere dönüşüyorlardı. Bedenler arasındaki harmoni vasıtasıyla ortaya büyük bir beden, bir toplum bedeni çıkıyordu. Aslında Türkiye’de 1938 yılına kadar ‘19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’, 1980 yılına kadar da ‘19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’ diye bir bayram yoktu. Bunun yerine Mayıs ayının üçüncü Cuma’sında ‘idman bayramı’ ve ‘jimnastik festivalleri’ adı altında tertip edilen etkinlikler mevcuttu. Atatürk’ün 1938’de bugün bildiğimiz şekliyle bir bayram tertibatına girişmesinin arkasındaki asıl saikin içinde yaşadığı ‘zamanın ruhundan’ kaynaklandığını fark etmek hiç de zor değildir.
Zamanın ruhu ve politika
Aslında ‘zamanın ruhu’ derken iki şeyi birden kastediyoruz: Birincisi ta 17. yy.dan beri varolan, Foucault’nun ‘bedenin anatamo-politikası’ olarak isimlendirdiği, bedenlerin steril, üretken ve sağlıklı olmasını amaçlayan bir siyasetin artık 20. yy.da tek geçerli siyasi paradigma haline gelmiş olması, ikincisiyse faşizmin bu siyaseti dini bir ritüele dönüştürerek tatbik etmesi ve bunu ulus-devletin teşkilatlanmasının yegane unsuru haline getirmesidir. Ve tek emeli muasırlaşmak olan Türkiye de ‘zamanın ruhundan’ kaçamamış, bilakis bu 19 Mayıs misalinde de olduğu gibi bizzat ‘ruhun’ kendisine tekamül etmiştir; yani tam anlamıyla muasırlaşmıştır (Bu noktada, muasır devletlerin çoğunun faşist oldukları, geriye kalanlarınsa faşizmi taklit ettikleri bir dünyada muasırlaşmanın en yüce değer olarak takdim edilmesinin fevkalade vahim bir hal arz ettiğinin farkına varma vaktimizin gelip de geçtiğini söylememize gerek yoktur herhalde(!)).
Hem askeri hem erotik
Evet, Türkiye muasırlaşmıştır ama bu muasırlaşma süreci bilindiği üzere o kadar da pürüzsüz bir şekilde gerçekleşmemiştir. Çünkü muasır faşist devletlerde mevzubahis bayramlar/şenlikler genç bedenlerin bütün erotik mahiyetlerinden arındırılmasına ve bu suretle rejim inşasında kullanılacak saf siyasi malzemelere dönüştürülmelerine dair ciddi bir özen söz konusuydu. Bedeninin erotikliğinin onun (bilhassa gözlerden) mahrem olmasıyla, saklı olmasıyla, merak edilen ve merak edildikçe de arzu edilen esrarengiz bir nesne olmasıyla irtibatlı olduğunu ve erotik bedenin toplumsal/siyasal istikrarı tahrip ettiğini düşündükleri için çareyi bedenin bu mahrem halinin mümkün olduğunca kamusallaşmasında, kamu ahlakı tarafından radikal ve kötü olarak addedilen çıplaklığın sıradalanlaştırılmasında bulmuşlardı. Kadim Yunan’daki atletizm faaliyetlerinin de gündelik toplumsal hayata nazaran daha çıplak yapıldığı yani çıplak sporun Batı’nın geleneklerinde varolduğu nazar-ı itibara alınırsa bulunan çarenin toplumda hiçbir şekilde dikiş tutmayacak bir tür anaknorizm ihtiva ettiği söylenemez. Hülasa, faşist devletlerde bedenlerin erotik bir biçimde -yarı çıplak olarak- teşhir edilmelerinin asıl amacı tam da onların bu hususiyetlerini yok etmek içindi. Fakat bu amacın ne kadar hale şüphelidir. Bilhassa Türkiye’de bu amaç kesinlikle gerçekleşmemiştir. Sadece böyle gösterilmiştir o kadar.
Kürşat Bumin 19 Mayıs’ta yaptığı bir konuşmada kendi gençliğinde bu bayramın gençler arasında bir ‘bacak bayramı’ olarak kutlandığından bahsetmişti. 19 Mayıs şenliklerinde stadyumlarda göbeği açık dansöz kıyafetleriyle dans etmiş, kısa şortlarla jimnastik hareketleri yapmış kız arkadaşlarım da seyircilerin arasındaki büyük bir sayıya sahip olan genç erkeklerin nasıl da gözleriyle kendilerini yediklerini anlatırlar. Dolayısıyla Bumin’in bahsettiği algının bir vakıa olduğunu teslim etmemiz gerekiyor. Fakat bu şenlikleri organize eden rejime soracak olursanız kendisinin katiyen böyle duruma rıza göstermediğini hatta bütün amacının ancak bir köylülük, geri-kalmışlık ya da ilkellik olarak tavsif ettiği bu durumun önüne geçmek olduğunu söyleyecektir. Ki doğruyu söylemiş olacaktır zira rejimin amacı cinselleştirilmiş, erotize edilmiş bir kadın bedeni değil Batılı, retrospektif olarak çıplak ama iffetli, namuslu, edepli bir kadın bedeni yaratmaktır.
Militarize gençlik
Lakin olanla olması gereken ya da olması arzu edilen arasında bir mütekabiliyet gerçekleşmemiş, aksine bunların arasında büyük bir yarık, asla kapanmayacak bir açıklık peyda olmuştur. ‘Bacak bayramı’ telakkisi işte bu negativitenin resmidir.
Başka bir ifadeyle hem ritim ve harmoni içersinde militarize edilen ve bu suretle takdis edilen hem de yarı çıplak bir halde erotize edilen ve bu suretle zelilleştirilen bedenler birbirleriyle çatışan iki farklı mesajı aynı anda vermektedirler. Ve bu iki çelişik mesaj kendilerini bir üçüncü mesaja yükseltmektedirler: ‘Seyircilerin’ siyasi ekrana yansıyan bu manzaradan aldıkları asıl mesaj kendilerinin buradaki çelişkiyi görmezden gelmeleri gerektiği yönündedir.
Rejimi idare etmek
Zira çelişkiyi kristalize ederlerse bu çelişkisinin müsebbibi olan rejim meşruiyet krizine girer, girerse kabalaşır, ağırlaşır, çelişkiyi dile getirenleri köylü, cahil, şeriatçı ya da kötü niyetli olarak tescil ederek bütün o teokratikliğiyle zelilleştirir. Neticede ‘stadyumlarda’ karşılıklı bir idare (Fırat Bozcaali’nin işaret ettiği anlamda) hüküm sürmektedir; bir taraftan rejim ‘bacak bayramı’ diyerek stadyumlara gelen erkekleri görmezden gelerek idare eder; diğer taraftan ‘seyirciler’ gençlerin bedenlerinin erotize edildiği gerçeğini görmezden gelerek rejimi idare ederler (Gayatri Spivak bilhassa post-kolonyal halkların kaderlerinin genelde bu türden bir şizofrenik halden geçtiğini belirtmektedir).
Her ne kadar Türkiye’de hüküm süren siyasal ilahiyat en başta kendisini takdis ediyor olsa da bu işlemi oldukça kaygan bir zeminde yapıyor. Her ne kadar hata verdiği durumların üzerini bir ölçüde örtmeyi başarsa da bunları tamamen görünmez kılamıyor. Bastırdığı gerçek kendisini sürekli geri döndürüyor, gösteriyor; kurduğu sembolik düzeni yerle bir ediyor. Gerçi o bu durumu da bir şekilde idare etmeye devam ediyor ama birileri gerçeğe dolaysızca yamuk baktığı sürece, kamusal içinde hüküm süren yalanın kendisini kristalize ettiği sürece bu idarenin ve yol açtığı hasarların istikrarı bir gün mutlaka infilak edecektir.
SÜHEYB ÖĞÜT