İKLİL
  Ziya GÖKALP ve Kızılelma
 


 

Gökalp’in Kızıl Elma’sı:
Saf ve lekesiz bir din, İsviçre’de bir Türk köyü, sükunet, huzur...

Ziya Gökalp’in ütopyası İsviçre’de bir Türk köyünde geçer. Voltaire’nin ütopyası ise İstanbul’da. İkisi de sükûnet ve huzur aramaktadır. Atatürk’ün Nutuk’ta ifade ettiği, ‘Hıristiyanlıktan, Müslümanlıktan, Budizmden sarf-ı nazar ederek basitleştirilmiş ve anlaşılacak hale konulmuş saf ve lekesiz bir din’ ihtiyacı da bu düşünürlerin ütopyasının bir parçasıdır.

ONSEKİZİNCİ yüzyıl Fransız filozofu François-Marie Arouet Voltaire’i (1694-1778), Türk sosyologu ve ideologu Ziya Gökalp’ı (1876-1924) ve İngiliz ütopyacısı H. G. Wells’i (1866-1946) duymayanımız yoktur. Birincisi, o kadar başarılı olmuştur ki ‘yüzyılın filozofu’ olarak anılmış hatta 18. yüzyıl le siècle de Voltaire olarak kabul edilmiştir. İkincisi, sadrazamlık teklifini aldığında tereddüt gösteren Talat Paşa’yı yakasından tutup silkerek ‘...bu millete senin borcun var... bu işi yapacaksın...’ diyecek kadar hem İttihad ve Terakki döneminde, hem de 1924’e kadar Atatürk’ün fikri hayatı üzerinde etkili olmuş, uzun yıllara damgasını vurmuştur. Üçüncüsünün meziyetlerini öğrenmek için yazının sonunu beklemek gerekiyor.

Niçin bu üç isim bir arada? Üçü arasında ne tür bir bağlantı var? Önce ilk ikisininkine yani Voltaire ile Gökalp arasındakine bakalım. İkisi arasında şimdiye kadar üzerinde hiç durulmamış ortak bir nokta mevcut: Birinin toprağı diğerinin ütopyasıdır. İstanbul Voltaire’in, İsviçre ise Gökalp’ın ütopyasıdır.

Candide İstanbul’da


İstanbul, Voltaire’den ne önce ne de sonra ne Thomas More, ne F. Bacon, ne T. Campanella, ne Türkçe’deki ilk çeviri roman olan Telemak’ın Maceraları’nı yazan F. Fénelon, ne Louis-Charles Fougeret de Monbron ne Güliver’in Seyahatleri’ni yazan Jonathan Swift ne de başka bir Batılı yazarın ütopyasına sahne oldu. Buna karşın İsviçre birçok yazarın kurduğu ütopyaların merkezi ilan edildi. Hatta birçok kralı açıkça eleştirdiği için gittiği her ülkeden kovulan Voltaire kurduğu ütopyayı gerçekleştirmek üzere 1755’te İsviçre’yi kendine yuva olarak seçti. Burada bir çiftlik satın aldı. Geliştirdiği tekniklerle çok zengin bir hayat sürdü. Bir yıl sonra da burada 1759’da opus magnumu olan ‘Candide, ou l’Optimisme’ isimli romanını kaleme aldı ve hemen ardından roman Roma Katolik Kilisesi tarafından Index Librorum Prohibitorum’a (yasak kitaplar listesine) alındı.

Voltaire’in İstanbul’u ütopyasının merkezi olarak seçmesi elbette tesadüfî olmadı: Candide’in yazım aşamasında 1,5 milyon insanın ölümü ile sonuçlanacak 7 Yıl Savaşları (1754-1763) Avrupa’yı kasıp kavururken Osmanlı’da Lale Devri’nin tesirleri sürmekteydi. Osmanlı toprakları ve onun başkenti Voltaire için güvenin ve hürriyetin merkezini simgeliyordu.

Nitekim İsveç Kralı XII. Charles’ın (Demirbaş Şarlken) 1709’da Rusya’ya yenilmesinden sonra Türkiye’ye sığınması ve 1709-1712 yılları arasında burada gördüğü itibar Voltaire’i derinden etkiledi (Histoire de Charles XII, 1748). Osmanlı’da -kesinlikle hoşgörüden değil ama zimmîlik statüsünden ileri gelen- gayrimüslimlerin kendi hukuklarına göre yaşama haklarına karşılık, Müslümanların o yüzyılda Batı’da bırakınız kendi hukuklarına sahip çıkmalarını hiçbir şekilde yaşayamamaları Voltaire’e tesir etti: ‘Je ne suis pas d’accord avec ce que vous dites, mais je me battrai jusqu’… la mort pour que vous ayez le droit de le dire/Ne dediğinize katılmasam bile konuşabilme hürriyetiniz için sonuna kadar savaşacağım.

Romanda da Candide ve arkadaşları tüm dünyayı dolaştılar, engizisyonlar, salgın hastalıklar, zulümler, vahşetler, tecavüzler gördüler. Sonunda yolları İstanbul’a düştü ve Türklerdeki çalışkanlık ve ‘selameti’l-insan fi hifzu’l-lisan’ düsturuna dönüşmüş ‘sükûnet ve huzur’ onları İstanbul’da bir çiftlik almaya sevketti. Voltaire, ütopyanın gerçekleşebilmesi için Türkler gibi susmak, kendi işine bakmak ve ‘cultiver notre jardin/bahçemizi ekmek’ gerektiğini söyleyerek romanını bitirdi.

Gökalp’in hayali


Tam da bu noktada Ziya Gökalp karşımıza çıkar. Gökalp Malta’da sürgünde iken (1920) kızına gönderdiği mektuplarda hep ‘...Türkler sükût ve sükûn içinde yaşamayı severler, az konuşurlar... Zaten Anadolu’yu cennet yapan [da] bu sükûn ve sükût halidir... Benim hepinizden istediğim şudur: Hakiki Türkler gibi... sükûn içinde yaşayınız’ telkinlerinde bulunur (Limni ve Malta Mektupları, Ankara 1989).

Gökalp’ın Türklerin sükûtu konusundaki fikirleri Voltaire’inki gibi birçok Batılı yazarın düşünceleri ile örtüşse de Gökalp’ın ütopyasının merkezi yani Kızıl Elma’sı Voltaire’den farklı olarak İstanbul değil İsviçre olmuştur. Söyleme göre, Kızıl Elma bir ‘yurttur ve Türk orada çalışarak ve hikmetli yaşayarak müreffeh olacaktır.’ Kimi için Kızıl Elma İstanbul, kimi için Roma, kimi için başka bir yerdir ama Gökalp, Kızıl Elma isimli eserinde ütopyanın kurulacağı yer olarak İsviçre’yi işaret eder. Eserde Gökalp’ın hayali kahramanı Bahadır, Voltaire gibi İsviçre’ye gider, bir çiftlik satın alır ve müreffeh bir hayat kurar. Maksadı gitmektir birliğe doğruMilli düşünceye, dirliğe doğru...Türk irfanı, serbest bir toprak isterNe Bakü ne Kazan ne de İstanbulBu yeni hayatı edemez kabulİsviçre’de bir Türk köyü, bir şehir yapalımBir irfan ırmağı, aksın Turan’a Daniş encümeni darülfünunlarBurada kök salsın her yere bunlar Lozan’ın yanında bir Türk beldesiŞenlendi her fennin bir medresesiZiraat, ticaret, sanat evleriYapılıp oldu bir umran meşheri...


Yeni bir dünya dini

Voltaire ve Gökalp gibi İsviçre’yi ütopyasının merkezi kabul eden bir diğer yazar yukarıda sadece ismi geçen H. G. Wells’dir. Wells’in başta Gökalp olmak üzere dönemin Türk aydınları tarafından yakından takip edildiğini hatta ABD başkanı W. Wilson’u bile etkileyerek bir dünya devleti oluşturma projesi çerçevesinde 1920’de İsviçre’de Milletler Cemiyeti’nin fikir babası olduğunu biliyoruz. İleri sürdüğü ‘Cihanşümul bir ittihad-ı hükümet’ yani tek dünya devleti fikri ile Atatürk’ü de derinden etkilemiştir. Atatürk, Wells’i okumuş mudur? Evet, hem de altını çize çize, satırların yanlarına notlar ala ala (Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar, 24 c., Ankara 2001). Çok beğendiği için de Cihan Tarihinin Umumi Hatları başlığı altında Türkçeye çevirtmiştir (5 c., 1927-1928). Böylelikle Wells, Cumhuriyet’in temellerini atan Türk resmî tarih görüşünü ortaya koyan, 1930’larda defalarca basılan ve Atatürk’ün imzasıyla yayımlanan Türk Tarihinin Ana Hatları kitabını temelden etkilemiş olmaktadır. Wells’in ayrıca vulgar materialismi de Türk ders kitaplarında yer alan evrim görüşüne temel yapılmıştır.

Mesela bir cümle şöyledir: ‘Filhakika rüşeymî hayat ile cenin hayatı devirlerinde insan, evvelá bir balık olacakmış gibi başlar; yerde sürünen hayvanları hatırlatan birtakım şekillerden geçer... Hulása insanlar, sularda kaynaşıp çırpınan bir mevcuttan, çok yavaş yürüyen bir tekámülle, bugünkü şekle geldiler


Wells’in Türkiye üzerindeki etkileri bunlarla sınırlı değildir. Voltaire gibi Wells de ‘saf ve lekesiz’ yeni bir din inşa etmek hayali kurmuştur.

Yukarıda belirtildiği gibi Osmanlı’da gayrimüslimlerin kendi hukuklarını yaşayabiliyor olmaları Voltaire’i İslamiyet’i daha fazla incelemeye itti. Başka Batılı yazarların da belirttiği ‘tek dogmanın kadir-i mutlak Allah’a inanmak olduğu İslamiyet’teki sadelik ve basitlik’ (U. Baker, ‘Genç Cumhuriyet’te ideoloji ve siyaset’, VS, 2, 2005) onu da derinden etkiledi.

Voltaire ve İslamiyet


Musevilik’ten ve Hıristiyanlık’tan gittikçe daha fazla soğudu ve ‘saf ve lekesiz’ yeni bir din hayali üzerinde düşünmeye başladı.Voltaire’e göre -günümüz dinlerarası diyalogcularının kulakları çınlasın- eğer ‘Muhammed onun peygamberidir diye eklenmemiş olsaydı bu din en saf ve en güzel bir din’ olacaktı (Examen important de milord Bolingbroke..., 1767). Ne var ki ‘Muhammed’, Voltaire için ancak Büyük İskender kadar ‘büyük’ ve ‘coşkun’ biri olarak kaldı (Le diner du comte de Boulainvilliers, †uvres complètes, c. 26, 1875: 580). Voltaire bu olumlu görüşe Fransız filozof Henri de Boulainvilliers’nin (1658-1722) La Vie de Mahomed... (1730) kitabını okuduktan sonra ulaşmıştı. Bu kitaptan önce, Cizvit kolejinde yetişmiş biri olarak Voltaire için ‘Muhammed’ sadece ‘yalancı’ ve ‘iki yüzlü’nün tekidir (Le Fanatisme, ou Mahomet le prophète, 1740). Kısaca, Muhammed’siz ve İslamiyet kadar az dogmalı yeni bir din, Voltaire’in hayali idi. Wells de lekesiz ve saf yeni bir dinin kurulmasını kitaplarında salık verdi (Msl. God the Invisible King, NY 1917).

Bu fikirler Gökalp kadar Atatürk’ün de dikkatini çekti. Nitekim Atatürk, Nutku’nda aynen şöyle der: ‘...Hıristiyanlıktan, Müslümanlıktan, Budizmden sarf-ı nazar ederek basitleştirilmiş ve herkes için anlaşılacak hale konulmuş álemşümul saf ve lekesiz bir dinin teessüsü[nü]... müstelzim olan bir cihanşümul ittihad-ı hükümet tahayyülünün tatlı olduğunu inkár edecek değiliz.’ Yine de Atatürk’ün kendi görüşünü nakzeden İslamiyet hakkında serdettiği olumlu görüşler de yok değildir. Daha fazla araştırılmaya muhtaç bir konu olduğunu belirterek buraya bir ünlem işareti koyalım ve yukarıda açıkta kalan bir meseleye tekrar dönelim:

Gökalp, Kızıl Elma olarak İsviçre’yi niye seçmişti? Bazıları İsviçre’nin I. Dünya Savaşı’nda tarafsız kaldığı için seçildiğini söylerler. Bu hatalıdır. Çünkü şiirin yazılış tarihi, savaş başlamadan bir yıl öncedir (1913). Belki sebep Voltaire’dir. Belki de İsviçre’de o dönemde varolan Türk Yurdu Cemiyetleri’dir (1910-2). Sebep Voltaire’se, onun kitaplarının önemli bir kısmının Osmanlıca’ya tercüme edildiğini ve hayatı ile yakından ilgilenildiğini biliyoruz. Gökalp’ın da bunlardan bihaber olması imkánsızdır. Sebep Türk Yurdu Cemiyetleri’yse de belki bu cemiyetler de Voltaire’den etkilenerek Lozan, Cenevre ve Neuchatel’de ‘Osmanlı nám-ı siyasîsi altında ezilegelen Türklükte bir vicdan-ı millî uyandırmak’ amacıyla kurulmuşlardır.

Milli vicdanı uyandırmak


Gökalp’ın fikirlerinin Atatürk üzerinde etkili olduğunu bugün artık çok iyi biliyoruz ancak bir mesele hálá açıkta: 20. yüzyılın başı itibariyle uyanış içinde olan Türk milletine tercüman olan Gökalp’ın, dile getirdiği İsviçre ütopyası acaba Atatürk tarafından Ankara’da mı gerçekleştirilmek istenmiştir? Atatürk bunun için mi acaba 1925’te Ankara’da bir darülfünun (Ankara Üniversitesi) ve bir çiftlik (AOÇ) kurmuştur? Henüz bilmiyoruz.

Sonuç olarak hem kendimizle hem de dünya ile ilgili doğru tahliller yapabilmek için yakın tarihimizin daha çok incelemeye tabi tutulması ve tüm ihtimallerin tekrar gözden geçirilmesi gerekiyor gibi gözükmektedir.

 Dr.TEYFUR ERDOĞDU Yıldız Teknik Üniversitesi