İKLİL
  Kureyşli Müşrikler, Kureyşli Mü'minler
 

KUREYŞLİ MÜŞRİKLER

     Kureyş Müşrikleri İslam' ın ilk üç yılında, yani İslam' ın gizlice yayıldığı ve Allah' ın bir ve tek olduğunun henüz ilan edildiği yıllarda fazlaca bir tepki göstermemişlerdi. Çünkü İslam' ın vahyinden önce de Mekke' de tek Allah' a inananlar (Hanifler) bulunmakta ve bunlar Hz. İbrahim' den kalma tevhid inancını devam ettirmekteydiler.
     Kureyş Müşrikleri' nin İslam' a karşı aldıkları kesin tavır ancak tevhid inancının bütün sonuçlarıyla beraber ortaya konulmasından sonra görüldü. Yani Allah' ın bir ve tek olduğunun söylenmesi karşısında fazla telaşa kapılmayan müşrikler, iş, bu inancın tabii neticesi olan putların ortadan kaldırılması noktasına gelince İslam' a karşı açık ve kesin bir cephe aldılar ve onun yayılmasını önlemeye çalıştılar.
     Kureyş Müşrikleri' nin bu tavrı günümüzde de devam etmektedir. İslam' ın mücerret doğrularına karşı fazlaca hassasiyet göstermeyen günümüz cahiliyyesi, iş, bu doğruların sonuçlarının uygulamaya aktarılamasına gelince tavır değiştirmektedirler.
    Nitekim günümüzde kimse kimseyi bankaya para yatırmaya zorlamamaktadır.Yahut kimsenin namaz kılmasına karışılmamaktadır. Kimsenin, Allah' ın bir ve tek olduğunu beyan etmesine ses çıkartılmamaktadır. Ancak Allah' ın bir ve tek olduğuna inanmanın zaruri sonucu olarak her türlü çağdaş putların iptal edilmesi husuna gelince baskı mekanizması çalıştırılmaya başlanmaktadır.
    Bugün, geçmişlerinde İslam' ı yaşamış olan ülkelerde "Allah' ın bir ve tek olduğunu, İslam' ın Allah' ın indirdiği din olduğunu söylemek" ucuzlamıştır. Bu söz kolayca söylenebilmektedir. Buna rağmen asıl zorluk, bu ifadenin gerektirdiği sonuçları kabul edebilmektir.
    Günümüzün bazı müslümanları bu bakımdan bölmeli bir kafa yapısına sahip kılınmıştır. O, bir yandan Allah' a ve İslam' a inandığını iddia etmekte, bunu belki de samimiyetle iddia etmekte , bir yandan da İslam' ın açık emir ve yasak ettiği şeylerin tersi olan şeylere kabulleri arasında yer verebilmektedir.


       KUREYŞLİ MÜ'MİNLER

    Bu iş, bir süreç ve oluşum meselesidir. Ne tek tek bireylerin ortaya çıkmasını beklemek, ne mücerret bir cemaatin meydana gelmesine gereğinden fazla bel bağlamak kendi başlarına bu oluşumu gerçekleştirmeye yetmeyecektir. Çünkü bireyler elbette güçlü bir cemaat oluşturacak; fakat güçlü cemaat de güçlü bireylerin zuhuruna yol açmayacak mı? Kaldı ki, ne bireylerden yoksun bir cemaati düşünmek mümkündür, ne cemaat haline gelmemiş bireyler kalabalığının anlamı olacaktır. 
    Asr-ı Saadet' te, İslam' ın yayılma süreci, ilkin tek tek bireylerin müslüman olmasıyla başlamıştır. Fakat daha başından beri bu tek tek bireylerin her birinde ayrıca güçlü bir cemaat olma bilinci mevcuttu.Onlar birey olarak müslüman olmanın gerekli fakat yeter olamdığının farkındaydılar. bununla birlikte İslam belli bir süre boyunca hep münferit tebliğ usulünü benimsemiş, izlemiştir. Henüz aleni tebliğin yapılmadığı dönemlerde bile ilk müslümanlar aslında cemaat halinde yaşamanın bilinci içindeydiler ve öylece yaşıyorlardı. Hz. Erkam' ın evi, bu, sayıca az, keyfiyetçe yüksek kaliteli cemaatin karargahı durumundaydı. Bu cemaat, İslam' ı o evde talim etti, orada yavaş yavaş çoğaldı, küfrün karşısında tebliği alenileştirmekte bir sakınca olmadığına kanaat getirince, bütün müslümanlar ilk defa Kabe' de ve açıkça namaz kıldılar. (Bu olayın Hz. Ömer tarafından onun müslüman olduğu gün başlatıldığı zikredilir.) Namazın bu surette aleni olarak kılınması İslam' ın küfre karşı hem tebliği, hem protestosu, hem meydan okuması niteliğindeydi. Bu olaydan sonradır ki, herkes kendi safını net olarak belirlemiş (yani İslam' dan yana veya ona karşı tavrını almış) ve mücadele bundan böyle yeni konumda yeni boyutlar kazanmıştır.

     Rasim ÖZDENÖREN / MÜSLÜMANCA YAŞAMAK